“Korkunun ecele faydası yoktur”
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, The Economist’le yaptığı söyleşide, “Her şey bir anda darmadağın olabilir. Avrupa’da ve başka yerlerde öfke ve kin dalgası yükseliyor. Vatandaşlarımız bunu hissediyor. Bazı şeyler düşündüğümüzden daha çabuk olup bitebilir ve zannettiğimizden çok daha vahşi bir ölüme yol açabilir. En büyük derdim bu gidişatı savuşturmak ve ileriye dönük adım atmanın mümkün olduğunu göstermek,” diyor.
Yaşadığımız süreç insanlarda belirsizlik, kuşku, kaygı, korku ve çaresizlik duygusunu besliyor. Macron’un da işaret ettiği gibi bu eğilim giderek güçleniyor. “Yenilgi havası” kitlelerin zihninde yaygınlaşıyor; derinleşiyor. İnsanlar olup bitenlere alışıyor; mücadeleyi bırakıyor.
Bakış açılarımızı ayarlayalım
Macron, AB içinde önemli güçlerin biri olan Fransa’nın üst düzey siyasi irade temsilcisi. Söyledikleri hoşumuza gitse de gitmese de ciddiye almak zorundayız. Sorunlarımıza doğru çözümler üretebilmek için bakış açımızı ayarlamamız gerekiyor:
Birincisi, büyük gücü ulusal dinamikler yaratsa da küresel dinamikler de dikkate almalıyız. Değişen iç ve dış koşulların yarattığı karşılıklı bağımlılık dinamiklerini değerlendirirken bütünsel bakmayı içselleştirmeliyiz. Yaygın kanıya göre, büyük gücü iç koşullar yaratır. İç koşulları yönetemediğiniz zaman, dış koşulların olumlu etkilerini de tam olarak değerlendirmek mümkün olmuyor. Kendimizi hızlı değişmelerin yarattığı “yenilgi havasının” tuzaklarından uzak tutmak istiyorsak; fırsat ve tehlikeler ile olanak ve kısıtlarımızı dengelemesini bilmek zorundayız.
Olanak ve kısıtlarımızı net bilgiye dönüştürmek gerek şarttır; dış koşulların yarattığı fırsat ve tehlikelerle dengeleyen “bağlamsal zekâ” kullanımı ise yeter şartı oluştur. Daha net söylemek gerekirse, olanak ve kısıtlarımızla yaratmak istediğimiz sonuca erişebilmek için jeopolitik gelişmeler ve hükümet kararları gibi iki önemli bağlamı gerektiği gibi izlemek, gözlemek ve değerlendirmek zorundayız. İç ve dış etkenler konusunda şark kurnazlığı seçer, yanlışlarla yüzleşmekten kaçınırsak, bu sorumsuzluk bize ciddi bedeller ödetebilir.
İkincisi, zamanın ruhu ekonomik politikalar ile dış politika arasındaki etkileşimi sıkılaştırıyor. Geçen hafta yazımızda zamanın ruhunun bileşenlerini ve bağlamsal zekâ geliştirmenin sorun çözücü etkilerini sorguladık. Ülke düzleminde ve küresel ölçekte ekonomi politikaları ile dış politikanın iç içe geçmesi, katmanlaşması ve karmaşıklığın artması kendimizle yüzleşerek sor çözme sorumluluğunu alabildiğine artırıyor.
Ülkeler arasında bağlantı, başta ticaret olmak üzere diğer iletişim ve etkileşimlerin artması, ülkemiz özelinde 1600 firmanın küresel pazarda tedarikçi konumuna yükselmesi, ekonomi politikaları ile dış politika arasında senkronize olmayı önemli bir etken haline getiriyor. Ülkeleri yönetenlerin dış politikadaki ilke ve uygulamalardaki tutarlılıkları, kullandıkları dil ekonomi politikalarının yaratacağı sonuçları etkiliyor.
Ekonomide birikim yeteneğinin korunması, sürdürülebilir gelişmenin güven altına alınması ve uzun dönemli sağlıklı bir gelecek oluşturulması isteniyorsa, ekonomi politikaları ile dış politika arasında dengeyi titizlikle korumak gerekiyor.
Üretken güçler değişiyor
Üçüncüsü, yeni üretken güçlerin izlenmesi ve alternatif tepkilerin tam zamanında verilmesinin önemi artıyor. Endüstri dönemi öncesinin üretim güçlerini, endüstrideki gelişmeler farklılaştırdı. Bilişim döneminde ise verinin” üretim gücü” haline gelmesi üretim ve bölüşüm ağlarını çözecek ve yeniden örülmesini sağlayacak.
Teknolojideki nitelik değişmelerinin üretim süreçleri, işgücü profilleri, bölüşüm dinamikleri üzerine etkilerini ölçemezsek, gelecek öngörüleri yapmamız zorlaşır.
Yüzleşme özgüveni ve yüzleşmenin yaratıcılığını değerlendirmek için üretim güçlerindeki yeni oluşumları derinliğine kavranması önemli.
Dördüncüsü, yeni üretim ve bölüşüm ilkelerinin netleştirilmesi. İnsanlık tarihinde avcı-toplayıcı, yerleşik tarım toplumu, endüstrileşme ve bilişim çağı gibi dönemlerde bireyler, kuruluşlar ve kurumlar arasındaki bağlantıların oluşturduğu ağ yapıları değişti. Günümüzde de iletişim-etkileşimin niteliği, derinlik ve yoğunluğu, etkileşimin yarattığı “rekabet stratejileri” farklılaştı. Rekabetle başa çıkmak için geliştirilen “işbirlikleri” yeni ilkeler, kurallar, kurumlar ve uygulamalar yeni gündem gerekiyor.
Beşincisi, şirket yönetimlerinin kalitesinin önemi artıyor. Makro ölçekteki gelişmelerle mikro düzlemde, işyerleri ölçeğindeki karar ve uygulamalar arasında dengeler oluşturmak gerekiyor. Nitelikli işyeri yönetiminin gerek ve yeter şartları farklılaşıyor. Bu açıdan bakıldığında işyerlerinde nitelikli yönetimin ölçülerini netleştirmek, oluşturulacak verilerin sayısal, görsel ve kavramsal ihtiyaçlarını saptamak büyük önem taşıyor.
Kaliteli işyeri yönetimi
Kaliteli işyeri yönetimini iç ve dış çevre analizleri, katılımcı anlayışla öngörme ve önlem alma disiplini, başlangıç hedefleri ile yaratılan sonuç hakkında sistemli hesap verme, açık ortamlarda gözetim ve denetim disiplinini ödünsüz uygulama belirliyor. İş yeri özelliklerine göre kaliteli yönetimin ölçülerini belirlemek kadar disiplinle uygulamak sonuçları etkiliyor.
İş yerleri yönetiminin kalitesini belirleyen bir diğer etken “teşvik sistemlerinin” zamanın ruhunu belirleyen etkenlerle uyumlu olması... Daha önceki teşvik sistemlerinin analiz edilerek, yeni koşullara yanıt verip vermedikleri özenle analiz edilirse, teşvik sistemleri ile işyeri yönetimleri arasında geliştirici etkileşim yaratılabilir.
Macron’un uyardığı gibi, “kimsenin yanlışları söyleye cesaret edemediği” bir ortam ve iklimde, yeni oluşumlara etkili uyum nasıl gösterilir?
Sorunun yanıtı çok net: Gösterilemez! O zaman ivedilikli işlerimizden biri kendimizi sorgulama özgüveni göstererek, yaratıcı yüzleşmeden yararlanmalıyız. Kendisiyle baş edemeyenlerin başka hiçbir şeyle baş edemeyeceğini içimize sindirmeliyiz…