Komşularının refahını gördüğü halde fakir olmak pek ağırdır
Son yazıda trafikte rastladığımız “siyah minibüs”lerde cisimleşen zamanın ruhundan bahsetmiştim. Bu araçların, tıpkı 1990’ların “beyaz Toros”larının o döneme vurdukları simgesel damga gibi, ülkenin bugününü, “gündemini, toplumsal, ekonomik gerilimlerini, siyasetin önceliklerini, dışarıda ve içeride hâkim ilişki ağlarını simgelediği” kanaatimi ifade etmiştim. Yazıyı okumuş olanlar şu ifadeyi de hatırlayacaktır: “[T]ek başına siyah minibüslerin kibrini eleştirmeye odaklanarak da bir yere varamayız.” İşin doğrusu, mevzu o kadar basit olsa, ortada konuşulmaya değer bir simgesellik de olmazdı.
Mamafih meselenin, basite alınamayacak olmasının ötesinde, anlaması kolay bir yanı da var.
Konu şu: Malum, uzun zaman bize “ekonomide her şey güllük gülistanlık” diye büyüklere masallar misali hikâyeler anlattılar. Fakat mevzubahis Türkiye ekonomisi olduğunda, biz hep birlikte Gülhane Parkında Nazım’ın ceviz ağacı olmayı seçsek bile manzara belli. Vaziyet gerçek anlamda sarpa sarmış durumda. Üstelik cümle âlem de bunun farkında! Kaldı ki, başta karar alıcılar ve onların tedvîren görevlendirilmiş (aranan koşulları sağlamadığı halde) vekilleri olmak üzere, memlekette neredeyse kimse o kadar da “bi idrâk” (aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmez, anlamaz) değil! Bakmayın siz anlamaza gelenlere. Onların tavrı da kavrayış yetersizliğinden değil taammüden (kasıtlı, bilerek, isteyerek bir iş yapma). “Rasyonaliteye dönmek” kavramının iktisat jargonumuza girmesi dahi tek başına taammüt unsurunun delili olarak nitelenebilir. Bu dönüşün ciddi bir maliyeti var elbette. O acı reçetenin maliyetini de milyonlar olarak ödüyoruz. Ancak, insafa gelen TÜİK’in Ağustos enflasyon verisine yansıyan “rasyonalite” dahi eğer dışarıdan kaynak gelmezse bir işe yaramayacak. Son açıklanan OVP de eksiği, gediğiyle bir noktada bunun dilekçesi. İşte, gün ışığı “siyah minibüs” ün anlaması kolay manasına tam da bu noktada değiyor.
Hatırlayacaksınız, Suudi Arabistan Maliye Bakanı Muhammed El-Cidan bu Şubatta Davos Dünya Ekonomi Forumunda, Türkiye için, ülkesinin yardımına ihtiyaç duyan “kırılgan”, “savunmasız” bir ülke nitelemesini kullandı diye, iktidara yönelik, bir eleştiri bombardımanı başlamıştı. Açıkça bu haber doğru değildi. Ancak, Suudi Bakan aynı çerçevede başkaca önemli şeyler söylüyordu. Ülkesinin, o güne kadar ihtiyaç duyan dostlarına koşulsuz yardım ve mevduat (Dikkat çekme parantezi: Bakın bu “mevduat” kısmı önemli!) yaptığını, ancak bunu değiştireceklerini; “[U]luslararası kuruluşlarla çalıştıklarını”, “[para yatırdıkları ülkelerde] reform yapıldığını görmeye ihtiyaç duyduklarını”; çünkü, “vatandaşlarından vergi aldıklarını”, el verdikleri ülkelerin de“bunun aynısını yapmalarını”; “Yardım etmek istediklerini, ancak [artık bu ülkelerin de] üstlerine düşeni yapmalarını talep ettiklerini” ifade ediyordu. Dostluk şahane ama her şeyin bir bedeli var!
Neyse biz üzerimize düşeni yapıyoruz anlaşılan. Çünkü, vergiler hafazanallah seviyesine gelirken, seçimden bu yana ülkeye maşallah 18,5 milyar dolarlık SWAP girmiş. Faiz arttırma doğrusu bir yana, halen devam eden döviz satışlarıyla kuru tutabiliyor olmamızda bu paranın katkısı yadsınamaz. Olmasaydı idare-i maslahat pek mümkün olamayacak, faiz konusunda daha da utandırıcı geri adımlar şart olacaktı… İşlerine gelmeyen her durumda dış mihrakların komploları konusunda son derece uyanık bulunan zevatın, söz konusu “içlerine sinen” dış güçler olduğunda, aldıkları destekten hiç rahatsız olmamalarınaysa ilginç dahi demeyeceğim. Zira, içlerine sinenler için, hiç utanmadan, “yerli ve milli” bir argüman üreterek işin içinden çıkarlar nasılsa…
Yine de insan merak etmeden duramıyor. Bu SWAP’lar, “finansman tahsisleri” vs. için üzerimize düşen daha bir şey var mı, acep? Halihazırda konuşup, anlaştıksa bilsek, kamuoyuyla paylaşsak, mesela demokrasi, şeff afl ık vs. adına iyi olmaz mıydı??! Hani gelin ediliyorsak en azından koşulları bilseydik! Zamanın Nafia ve Ziraat Nazırı Köse Mehmed Raif Paşa’nın, küçük yaşta sevmediği bir adamla evlendirilip evinden ayrılan, kızı İhsan Raif Hanım’a dönmeyelim; istikbalimize baktıkça mücrim gibi titremeyelim de sonra. Tesadüf bu ya, İhsan Raif Hanıma mutsuzluk getiren ve o acıklı “Kimseye Etmem Şikâyet” güftesini yazmasına vesile olan, komployu da sonradan kocası olacak olan Reji Memuru Mehmet Ali, evdeki Arap Bacıların yardımıyla yapmıştı. (Kendini tutamayan hoca parantezi: Kurtuluş Savaşına destek veren öncü kadınlarımızdan olan İhsan Raif Hanımın hayatı ilginç bir dönem tanıklığıdır. Merak edenler Mehmet Öklü’nün Kimseye Etmem Şikayet kitabını okuyabilirler.) Tabii bu konu Orta Doğu ile sınırlı da değil. Bu hafta Rusya seyahatinde de, ekonomik ilişkilerin, belki finansmana erişim imkanlarının, konuşulduğu muhakkak.
Neticede siyah minibüslerde maddeleşen nobranlık boşuna değil. Büyük Atatürk, Aralık 1923’te Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde Ahmet Şükrü’ye verdiği mülakatta boşuna: “Komşularının refahını gördüğü halde fakir olmak pek ağırdır”, dememiş. Hele bir de o komşular bu vaziyetin farkında olmasınlar. O siyah minibüslere binenler, ekonomimizin onların yöneticilerinin tensip ve fonlamalarına muhtaç olduğunu biliyor. Hiçbir şey bilmiyorlarsa, ceplerindeki paranın değerini görüyorlar. Havada, bu ülkenin vatandaşlarının güneş görmüş kar misali eriyen servetinin yaydığı istimin sisini seziyorlar. İnsan bu çünkü. Çaresizliğin kokusunu alır. Bizim “misafirler” de iliklerinde seziyorlar altlarındaki siyah minibüsün manasını. Halihazırda bilmek için sadece kendi basınlarını okumaları dahi yeterli.
Vaziyet hissiyatla sınırlı da değil elbette. Somut rakamlara yansıyan ciddi bir karşılığı var. Bu bakımdan UBS ve Credit Suisse’in hazırladığı “Küresel Servet Raporu”na bakmak yararlı olacaktır. Buna göre son dokuz yılda milletçe varlığımızın reel olarak %55’ini kaybetmişiz. Düpedüz fakirleşmişiz! Atatürk’ün işaret ettiği o “ağırlık”, adeta karabasan gibi, üzerimize çökmüş. Raporu daha detaylı incelediğinizde “siyah minibüsler”in ekonomi- politiğini daha net takip edebiliyorsunuz. 2002’de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sahip olduğu servet dünya ortalamasının %36’sına eşitken, bugün %21’e gerilemişiz. Kısaca, başkalarının cebinde ortalamada 100 dolar varken bizim cepkende 21 dolar var. Yani, o “ah ah kimse bilmiyor, unutturmamak lazım” günlerinin “sefaleti” içerisinde “kavrulurken” bugünkü durumdan %42 daha zenginmişiz. Siyah minibüslerin ve gayrimenkul piyasamızın efendileri “misafirlerimizden” Rusların 2012’de küresel servetten aldıkları pay %1,1’miş. Aradan geçen onca yıla, Ukrayna savaşına, yaptırımlara ve kendi istikrarsızlıklarına rağmen Rusya 2022’de küresel servetten hala %1 pay alıyor. En ziyade müsamahaya mazhar diğer “misafirlerimizin” ülkelerine bakarsak: Ezeli değilse de ebedi dost Katar (Kesin bilgi yayalım parantezi: Katar hepi topu 1971’de kurulmuş olmasa ezeli de olacaktı kuşkusuz.), Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri; tamamı aynı dönemde hem toplam servetlerini büyütmüşler hem de dünyada mevcut toplam servetten aldıkları payı koruyorlar. Ama ve maalesef Türkiye aynı dönemde küresel servetten aldığı payı %0,67’den %0,23’e küçültmeyi başarmış.
Bu ülkelerin içinde sadece Türkiye’de servet küçülüyor. Milli servetin bir kısmı eriyor, açıkçası bir kısmı da Türkiye’de durmuyor, kaçıyor. Ancak, söylenmesi gereken “vay neden kaçıyorlar” değil. Yasal olmayan yollardan, kayırmayla, kredi tayınlamasıyla edindikleri serveti kaçıranlara elbette sorulacak çok soru var elbette. Ama helalinden kazandığı, vergisini verdiği parasını dışarı çıkaranlar bunu neden yaptılar/ yapıyorlar? Bu önemli. Zira dünyanın her yerinde sistemin zaafl arını kullanmak isteyenler olur. Sıradan insanların da o kervana katılması, parasını yastık altına, yurt dışına, finansal sitemin haricine taşıması esas derin meseledir. Türkiye’de bu sorunun cevabı maalesef açık: Belirsizlik, keyfilik ve kurumsal erozyon. Kendi ülkesinin parasıyla tasarruf yapanı cezalandıran;yapısal, kurumsal gücü gerileyen, istikrarsız ortam. Bu ortamda dokunulmazlıklarına(!) güvenen; koşulları bizden kötü olan, örneğin ülkesi savaş içerisinde bulunan; veya başka ülkelerin “meçhul sebeplerle” parasını kabul etmediği “misafirler” için Türkiye’ye gelmek kolaydır. Nitekim, 2023Özel Servet Göçü Raporuna göre Türkiye’ye dışarıdan 300 dolar milyoneri taşınmış. Bu insanların büyük bölümünün Rusya, Ukrayna ve Orta Doğu’dan geldikleri tahmin edilebilir. Ancak, bu da çok önemli değil. Bu türden milyonerler, milyarderler gelir de gider de. Yarın vergi rejimi daha uygun bir yer bulurlar, savaş biter, yaptırımlar kalkar; yine Paris’e, New York’a, Londra’ya göçerler. Kuş misali. Sorun şu ki, ekonominin bile isteye yapılan tercihlerle sıkıştırıldığı köşede, bu ülkelerin ortalama vatandaşları dahi artık bizimle karşılaştırdıklarında “zengin”. İşte bu hal gerçekten “pek ağır”…