Kazanmak insani bir duygudur
Ayrton Senna’nın bugünlerde Netflix’te yayına girecek dizisinde zafere ulaşmak için kullandığı yarış otomobilinin motorunu yine sürücülük yeteneklerini kullanarak nasıl güncellediğine dikkat etmenizi istiyorum. Bana instagramda “Kazanmak insani bir duygudur” yazdıran, bu hareketi oldu.
Medyada geçen yıllarımda insanlar için iki tür tanımlama duydum. Birincisi “uyumlu” ve “iyi” ifadelerini içeriyordu. İkincisinde ise “hırslı” terimi vardı. Bunlardan ilki hiçbir başarı hedefi ve beklentisi olmadan rutin bir çalışma tarzı içinde çalıştıkları kurumların “tıkır tıkır işlemesini” sağladılar. Bunun yanına kısa dönem askerlik hizmetimde yazı büroda çalışırken dikkatimi çeken bir biçimde (menfi) yazmam gerekiyor. Bu tıkır tıkır işlemeyi olumlu sanmaya devam edenler var.
İkinci kategoride yer alan “hırslı olanlar” ise sistemin içinden sıyrılıp yukarıda bir yerlere tırmanmayı başardılar. Bu tırmanmanın en açıklayıcı örneği, ekran yüzü olmak ve önemli kişiler nezdinde kabul görmekti. Ancak bu da bir süre sonra benim “Datça Problemi” dediğim sorunu yaratıyordu. Eşimin katıldığı bir kurs için Datça’ya gittiğimizde yerel insanlarla sohbet ederken, burada elini sallasan sanatçıya çarptığını öğrendim. Ancak bu sanatçılar birkaç kere festival düzenlemeye kalktıklarında bunu başaramamışlar çünkü işi organize etmek için çalışacak insanlar yokmuş. Buna benzer şekilde, bu sıyrılıp yukarı tırmanan hırslılar da, çıktıkları yerde cahil bir medyanın üst düzey temsilcileri olarak tarihe adlarını yazdırdılar. Bunun için de efsane oldular (menfi) yorumunu yapmam gerekiyor.
Bu yıllarda ben küçük ve biraz da Financial Times klonu bir gazete olan Finansal Forum’da ekonomi ağırlıklı dış habercilik yapıyordum. ABD’nin Irak harekâtı sırasında müthiş bir haber bombardımanı oluyordu. Üzerimize neredeyse 7/24 haber yağıyordu. Özellikle bir yerin ele geçirilip geçirilmediği ile ilgili haberler ardı arkasına geldiğinde, bunu siyasi dış haberler sayfasına vermek için gündeme aldıysam “çatışma bölgesinden çelişkili haberler geliyor” diye yazıp haberi kesiyordum. Bunun nedeni, küçük bir gazete olarak grubun büyük gazeteleri baskıya girmeden önce 18:00’de gazeteyi basmamızın gerekmesiydi. Bunu başarmak, kazanmak anlamına geliyordu. (müspet)
Bunun ne kadar büyük bir başarı olduğunu size şöyle anlatayım. Yazı işlerinin tepelerindeki bir yönetici, gazetenin birinci sayfasının başına gelip haberlere daha iyi başlık ve spot yazmaya niyetlenir. Yüksekte olduğu için sayfayı yapan operatör ya da mesleki tabirle sayfa sekreterini kaldırıp görsel yönetmeni oturtur. “Şu fotoğrafı biraz daha büyütsek mi?” ya da “Şu başlığı tek satıra mı çeksek?” diye oyun oynarlarken matbaa sorumlusu gelir. “Birinci sayfayı daha basmadınız mı? Hat kaçacak” der. Hattın kaçması, baskının gecikmesi nedeniyle belirli bir saatte çıkması gereken kamyona yetişmeyen gazetelerin başka bir araçla gönderilmesi anlamına gelir. Bugün dijital kanallardan haber alanlara anlatması imkânsız bir olgu… Görsel yönetmen, “X Ağabey daha bitirmedi” der. Neyse o yüksek şahsiyet, “Siz daha birinci sayfayı basmamış mıydınız? Ben bastınız diye rahat rahat üzerinde bir şeyler deniyordum” gibi anlamı olmayan bir şey söyleyip odasına kaçar. Yükseklerde hayat böyle geçerken alttakilerden matbaa sorumlusunun devreye girmesi hayatı normal akışına sokar.
Yükselme arzusu, üretim ekosistemi için büyük tehdit
Daha sonra Aydın Doğan, Mesut Yılmaz’ı konuk edip binadaki yayınların yöneticileri ile tanıştırırken gazetemizi ziyaret ettiğinde “Ben dış ekonomiyi sizden okuyorum” lafını edene kadar huzurlu bir hayatım vardı. Önümde bulunan AP, Reuters ve AFP ekranlarından gelişmeleri takip ediyor; The Wall Street Journal. ve New York Times’la içerik anlaşmalarımız olduğu için derinlikli içeriğe erişiyor ve bunları toparlayıp habere dönüştürüyordum. “Sen derleme haber yapıyorsun” diye imza da attırmıyorlardı. Bu nedenle cazip bir “yüksek pozisyon” değildi. Ne zaman ki, Aydın Doğan “ben buradan okuyorum” dedi; dağların dorukları “Eee, bugün ne var gündemde” diye üzerime çöktü. Alttakiler de “Biz de Türkiye ayağını yapalım” diye uluslararası gündemin peşine düşünce işler iyice sarpa sardı. Ben hiç işim olmayan sohbetlerle zaman ziyan etmeye başlarken, bu sohbetler kimi zaman birlikte çay içip ayrıntılı konuşmak gibi daha ağır bir yüke de dönüştü. Neyse ki servis şefi, “sen kimsin ki” tavrıyla “Bundan sonra sana bir şey soran olursa bana gönder. Servisin başında ben varım” dedi de, işler yoluna girdi. Ya da ben öyle sandım. Bu sefer kendisi gelip sormaya başladı. Ardından sabahın köründe gelip gündemleri okuyup bana gündem anlatmaya başladı. Bu da zaman kaybıydı. Sonrasında New York Times’ın saha istihbaratından yaptığım haberi, ABD’nin diplomatik açıklaması aksi yönde olduğu için değiştirmeye kalktı. Ertesi gün New York Times’ın köşe yazarlarından biri, aynı yorumu yapınca o yazıyı çevirtip The Wall Street Journal. ile New York Times makalelerini kullandığımız yarım sayfalık bölüme koydu. O dönemde sürekli “hırslı” olmakla suçlandım ama bu hırsın hiçbir şekilde birine zarar verdiğine ya da bana çıkar sağladığına tanık bulamazlar.
İlk gittiğim basın toplantısında Microsoft’un o dönemdeki başkan yardımcılarından birinin ses kaydını alıp haber yapınca gazeteye imzamı koydular. O toplantıda gördüğüm bir ihtiyaca dönük olarak proje yapıp bunu Çözüm 2000 eki olarak ürettiğimde asıl enteresan olay gerçekleşti. Gazetenin projeden haberi olan genel yayın yönetmenin altındaki kadro, ilk uluslararası projemiz diyebileceğim bu çalışmanın ardından kıyameti kopardı. En açık ifade, “Biz sen kendine çalışıyorsun diye sesimizi çıkarmadık. Sen bize sormadan gazeteye böyle bir işi nasıl yaparsın?” şeklindeydi. Açıkçası bu işten para kazanmayı düşünmemiştim ama iş o kadar başarılı olmuştu ki, ek baskı yaptık ve bana “bu işten sen ne istersin?” diye soruldu ve o boyutu da konuştuk ama hiçbir zaman böyle bir prim ödemesi gerçekleşmedi. Asıl acıklı olan ise, benim sözümle bu işi yapan ve düşündüğüm gibi yapmadığında küfretmeye kadar varan tepki gösterdiğim sayfa sekreteri arkadaşa da –küçük de olsa- bir ödeme yapmadılar. Canımı asıl yakan bu oldu.
Bu hikâye daha uzar ama zaten çok uzun oldu. Bunu bu kadar uzun yazmamın başta gelen nedeni, öncelikle Senna dizisindeki motor hikâyesi. Senna’nın pist üzerindeki yeteneklerini otoyolda kullanıp kazanmak için ihtiyacı olan motora ulaşması, bu hikâyede eksik olan yanı oluşturuyor ve bu diziyi 30 sene önce izlemiş olsaydım belki farklı bir hayatım olurdu. İkinci nokta ise, Index Grup’un bir önceki yazımda bahsettiğim yeni lojistik yatırımının önemini bir kez daha vurgulamak istemem. Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, pist pilotundan çok uzun yol şoförü kimliğine yakın olsa da Senna’ya da F3 zaferini kazandıranın bir lojistik projesi olduğunu görmekten haz ve ilham alacağını düşünüyorum. Belki yeni iş modelleri üzerinde bile düşünürler.
Bunları vurguladıktan sonra, eski günlerimle bugünü birleştirip Facts Global Energy Ortadoğu Direktörü Genel Direktörü İman Nasseri (Türkçe’de Nasıri yazsak daha doğru olacak ama belgelere sadık kalalım) ile ABD seçimlerinde Donald Trump’ın yeniden seçilmesinin ardından enerji bağlantılı gelişmeleri konuşurken Nasseri “Avrupa’nın sanayisizleşmesine” atıfta bulundu. Bunun, enerji talebini düşünürken Avrupa’yı talebi artan ciddi bir faktör olarak düşünmememiz gerektiği noktasında ele aldık ancak ben buradan devam edip Türkiye’de önem taşıdığını düşündüğüm bazı inovatif veya gelişen yapılara işaret etmek istiyorum. Umarım bunları gelecekte daha ayrıntılı olarak da ele alırız.
Bilmeniz gereken bazı yenilikçi iş modelleri
Bluepath Robotics: Ford Otosan'ın girişimi olarak malzeme taşımacılığı alanında esnek ve verimli çözümler sunma vizyonuyla kurulan Bluepath Robotics, Kocaeli Gölcük’teki fabrikasında yapılan üretimle şirket, endüstriyel otomasyon ve malzeme taşımacılığı alanında geleceğin fabrikalarını ve depolarını şekillendirecek çözümleri geliştiriyor ve sunuyor. Birkaç ay önce ziyaret ettiğim şirketin önemini anlamamı sağlayan, Amazon’un Nashville’deki “fullfillment center” yapısını görmem oldu. Ancak burada biraz daha farklı bir yapı var. Bluepath Robotics’in robotları, bir elektrikli aracın –daha spesifik olarak ticari araç ya da kamyonun- en ağır parçası olan bataryayı aracın altından girip platformunu yükselterek monte edileceği noktaya yerleştirebiliyor. Bu büyük bir iş ve aynı zamanda büyük bir değişim yapıyor. Fabrika alanındaki çalışanı, büyük bir ekranın başında robotların doğru çalışıp çalışmadığını kontrol eden daha yüksek değerli çalışana dönüştürüyor. Aynı zamanda üretim katındaki veriyi dinamik olarak yönetmeye de olanak sağlıyor.
2 milyon euro sermaye ile kurulan şirket, bu sermayeyi, altyapısını ve ilk ürünlerini geliştirmek için kullanıyor. 2024’ü 6 milyon euro ciroyla tamamlamayı ve ikinci yılın sonunda 10 milyon euro'ya ulaşmayı hedefleyen şirketin, Gölcük’teki 4 bin metrekarelik fabrikasının yıllık 500 adet otonom mobil robot (AMR) üretim kapasitesine dikkat çekmek isterim.
Daikin Türkiye
Daikin içinde Avrupa’nın tek fancoil üretim merkezi olarak Hendek tesisinin belirlenmesi, Türkiye’de yüksek verimli fancoil’lerin pazarını ciddi biçimde büyütecek. Japon stratejik zekâsının ürün olan karar, Türkiye’nin 20 milyon euro’luk pazarının üzerine Avrupa’nın 450 milyon euro’luk pazarını ekleyerek ölçek ekonomisinin kapısını açıyor. Avrupa’nın yanı sıra Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) pazarını da Türkiye’ye bağlayan Daikin buradaki dağıtım ağı üzerinden bu ürünleri pazara sunacak. Daikin bunu yaparken, kapıda karbon vergisi ile somutlaşan sürdürülebilirlik düzenlemeleri karşısında avantajlı hale gelmek için 2020 yılında ilk fazını ve 2023’te ikinci fazını hayata geçirdiği çatı üstü GES (Güneş Enerji Santrali) projesiyle, I-REC (Uluslararası Yenilenebilir Enerji Sertifikası) sertifikası aldı. Böylece yenilenebilir enerji taahhütlerini belgeleyen Daikin Türkiye, Ağustos 2023’te tamamlayarak toplamda 7,84 MWp kurulu güce ulaşmasının meyvelerini topluyor. 2023’te tükettiği toplam 9.634 MWh elektrik enerjisinin tamamının yenilenebilir enerji kaynaklarından kullanıldığını gösteren I-REC, dünyanın en yaygın sertifikasyonu ve elektrik tüketiminde sıfır emisyona işaret ediyor. Şirket açıklamasında “Daikin Türkiye, 3 bin 969 ton karbondioksit eşdeğeri emisyon salımına engel olarak eş değeri 112 bin 717 ağacı kurtarmış ve karbon nötr şirket olma hedefine bir adım daha yaklaşmıştır” ifadesi kullanılıyor. Bu da satın alma kararlarında en büyük güce sahip olan çocukların ve gençlerin ilgisini çekecek bir veri.
Bu iş modellerini diğer şirketler üzerinden de daha ayrıntılı yazmaya devam edeceğim. Şimdilik burada durayım. Bu yazının başlığını “Kazanmak insani bir duygudur” şeklinde atmamı sağlayan Ayrton Senna’ya mahsus teşekkür ederim.