Kanun yolu kapalı mahkeme kararları

Numan Emre ERGİN
Numan Emre ERGİN PERSPEKTİF

Önceki yazımda Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun istinaf ve temyize ilişkin maddelerindeki bazı ifadelerin belli durumlarda iptaline ilişkin kararını değerlendirmiştim. Bu yazımda konuyu tamamlaması açısından ilk derece mahkemelerinin kanun yolu kapalı olmak üzere verdiği kesin kararların neden olduğu sorunlara değineceğim.

Gerek adli yargılamada, gerek idari yargılamada üç aşamalı bir süreç söz konusudur. Birinci aşama ilk derece mahkemelerden (örneğin, asliye hukuk, idare mahkemesi, vergi mahkemesi) oluşur. İkinci aşama istinaf olup bölge idare veya bölge adliye mahkemesi devreye girer. Son aşamada ise Danıştay veya Yargıtay temyiz incelemesi yapar. İkinci ve üçüncü aşamalar, ilk aşamada verilen hükmün denetlenmesi olup olağan kanun yolu adını alır.

Üç aşamalı yargılama süreci, aşamaların birinde verilen hatalı kararların düzeltilmesini amaçlamaktadır. Diğer tatarftan, üç aşamalı kanun yolunun istisnaları bulunmaktadır. Yargılamanın makul süre içinde tamamlanması ve usul ekonomisinin sağlanması açsından gerek adli gerek idari yargıdaki bazı kararlar ilk derece veya istinaf aşamasında kesinleşmektedir. Örneğin, idari ve vergi davalarında 2022 yılı için 9.000 TL ve altındaki davalar ilk derece mahkemesinde, 261.000 TL ve altındaki davalar ise istinaf aşamasında kesinleşmektedir. (Vergi davalarında dava değerinin hesaplanması başlı başına sorun teşkil etmekte olup ayrı bir yazıyı hak etmektedir.) Söz konusu sınırlar her yıl yeniden değerleme oranı ile artırılmaktadır. Ayrıca söz konusu istinaf ve temyiz sınırları yüksek yargı içtihatları uyarınca, davanın açıldığı tarihte değil, ilgili mahkemenin kararını verdiği tarihteki tutarlar dikkate alınarak uygulanmaktadır. Ülkemizde yargılamaların ne kadar uzun sürdüğü düşünüldüğünde, dava açıldığında istinafa/temyize tabi olabilecek bir karar sırf yargılama uzun sürdüğü için kanun yolu denetimi kapsamı dışında kalabilmektedir. Bu durum da ciddi hak kayıplarına neden olmaktadır.

Mahkeme kararının bir başka mahkeme tarafından denetlenmesi hak arama özgürlüğünün bir uzantısı olmakla birlikte, AYM bu hakkın mutlak olmadığı ve ölçülü şekilde sınırlandırılabileceği ve muhatap kitle üzerinde ekonomik etkisinin nispeten daha düşük olan işlemler yönünden orantılı bir sınırlama getirilebileceği görüşündedir.

AYM, 1/10/2020 tarih ve 2020/21 E., 2020/53 K. sayılı kararında, Yapı Denetimi Hakkında Kanun uyarınca kesilen idari para cezalarına yapılan itiraz üzerine verilen mahkeme kararının kesin olduğunu söyleyen kanun düzenlemesinin Anayasa’ya aykırılığını değerlendirirken, söz konusu Kanun uyarınca verilen idari para cezalarının bir kısmının yapı yaklaşık maliyetine göre değişiklik gösteren yapı denetimi hizmet sözleşmesi bedeli esas alınarak ve nispi oranlarla hesaplandığı ve bu cezaların somut olayın niteliğine göre yüksek meblağlara ulaşabildiği, yüksek meblağlara ulaşabilen idari para cezalarının kişinin malî durumu üzerinde yarattığı etki itibarıyla ağır ve ciddi bir yaptırım olduğu, dolayısıyla ceza niteliği taşıdığı, bu itibarla söz konusu idari para cezalarını konu alan yargılamaların suç isnadı kapsamında olduğu ve kişinin malî yönden oldukça ağır bir ceza ile karşı karşıya kalması sonucunu doğurabilen bu nitelikteki hükümlerin denetime tabi tutulmasının önemli olduğu, yargılamanın makul bir sürede sonuçlandırılması ve usul ekonomisinin sağlanması amacıyla da olsa bu denli yüksek idari para cezalarını konu alan hükümlerin denetime tabi kılınmamasının kişiye aşırı bir külfet yükleyeceği ve itiraz konusu kuralın hükmün denetlenmesini talep etme hakkına yönelik orantısız bir sınırlama getirdiğini belirtmiştir.

Konuyu hapis cezaları açısından da değerlendiren AYM, 27.12.2018 tarihli ve 2018/71 E., 2018/118 K. sayılı kararında, ilk derece mahkemesi tarafından verilen beraat kararının istinaf incelemesinde ilk kez iki yılın altında hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir mahkumiyete dönüşmesi ve temyiz edilememesi halini Anayasa’ya aykırı görmüştür.

AYM, 2.6.202 tarihli ve 2017/19906 başvuru numaralı kararında, 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılan başvurucunun adli para cezasına karşı üst mahkemeye başvurma imkanı tanınmaması nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddiasını kabul etmemiştir. (Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 272. maddesi uyarınca üç bin TL altındaki adli para cezalarına ilişkin ilk derece mahkemelerine karşı istinaf yolu kapalıdır.) Yüksek Mahkeme, CMK’daki kuralın ve verilen cezanın kanuni, meşru amacı haiz ve ölçülü olduğu sonucuna varmıştır.

AYM’nin yukarıdaki içtihatları incelendiğinde, hapis cezalarında sanık aleyhine verilen ilk mahkumiyet kararına karşı kanun yolunun kapalı olmasının Anayasaya aykırı olduğu, idari ve adli para cezalarında ise AYM’nin cezanın tutarına göre bir değerlendirme yaptığı ve yüksek tutarlı para cezalarını Anayasa açıdından sorunlu gördüğü sonucuna varılmaktadır. Bir para cezasının hangi eşiğe geldiğinde veya hangi durumlarda yüksek olarak kabul edileceği cevabı net olmayan bir sorudur. Bununla birlikte, temyiz sınırına yakın ve kişiler aleyhine ilk kez verilen istinaf kararlarının Anayasal açıdan sorun yaratma ihtimali mümkündür. Bu durumda, temyiz sınırını aşmamakla birlikte yüksek tutardaki bir davada, kişiler/mükellefler lehine olan bir ilk derece mahkemesinin istinafta bozulması durumu Anayasa içtihatları ışığında sorun yaratabilir.

Konuya ilk derece mahkemelerinin kesin kararları açısından bakarsak; söz konusu kararların hatalı olması bağlamda Anayasal sorun yaratmacak gözükse de, bu mahkemelerin hatalı kararlarının açtığı mağduriyetler az değildir. Söz konusu kararlara karşı olağan kanun yolları kapalı olduğundan başvurulabilecek iki yöntem kalmaktadır. İlk yöntem olağanüstü kanun yolu olan kanun yararına temyiz (bozma)’dir. Söz konusu müessese Danıştay/Yargıtay incelemesinden geçmeden kesinleşen kararlardaki hukuka aykırılıkların tespitini sağlamaktadır. Ancak kanun yararına bozma kararı gelecekteki benzer uyuşmazlıklara yön vermekte olup mevcut (başvuru yapılan) davaya etkisi yoktur. Dolayısıyla kanun yararına temyiz, hukuka aykırı olan kesin bir ilk derece mahkemesi kararının somut olaydaki olumsuz etkisini bertaraf etmemektedir.

İkinci yöntem, kararın Anayasa’da koruma altına alınan temel hakları ihlal etmesi durumunda AYM’ye yapılacak bireysel başvurudur. Ancak bireysel başvurunun kabul edilebilmesi için “anayasal ve şahsi öneme sahip olma” kriterinin sağlanması gerekmektedir. Öncelikle bir konununun şahsi öneme sahip olup olmadığının değerlendirmesi oldukça subjektif olup kişiden kişiye, aynı kişi için zamandan zamana göre değişmektedir, AYM’nin de bu konuda ilkeler veya objektif kriterler belirlediğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla, bu kriterin kendisi başlı başına hak arama özgürlüğünün önünde çok önemli bir engeldir. Belirlenen istinaf sınırlarının tutarları dikkate alındığında, temel hakları ihlal eden ve kanun yolu kapalı kesin olarak verilen bir çok ilk derece mahkeme kararının “şahsi önem” kriteri nedeniyle anayasal denetimi de yapılamamaktadır. İlk derece mahkemelerinin hatalı kararlarının denetim dışında kalması hak kaybına ve mağduriyete neden olmaktadır.

Yaşanabilecek mağduriyete örnek olması açısından tecrübe etmiş olduğum bir durumu paylaşmak istiyorum. Açılan bir davada, benzer/aynı konuda birçok üst yargı kararı, hatta içtihadı birleştirme kararı olmasına ve bu kararlar dosyaya sunulmasına rağmen rağmen, davaya bakan hakimin bu kararları dikkate almadan, gerekçeli kararında da neden bu kararlardan ayrıldığını açıklamadan verdiği kesin karar maalesef Anayasa Mahkemesince de anayasal ve şahsi öneme sahip olmadığı gerekçesiyle reddedilmişti. Dolayısıyla, hukuk fakültesinin ilk sınıfında öğretilen içtihadı birleştirme kararının herkesi bağlayacağı kuralı hakim tarafından göz ardı edilebiliyor ve bu durum da anayasal bir öneme sahip olmayabiliyormuş (!).

İlk derece mahkemelerinin hatalı veya hukuka aykırı kararlarının yarattığı mağduriyetler düşünüldüğünde, söz konusu kararların tamamının istinaf denetimine açılması gerektiğini; AYM bireysel başvuru kriterlerinden olan “şahsi önem”in de ya kanunda açıkça tanımlanmasını, ya da bu kriterin giderek artan sayıda yapılan başvuruların elenmesinde bir bahane olarak kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Sözün özü: Adaletin küçüğü büyüğü olmaz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar