Kamusal inovasyon zamanı!
20. yüzyılın neoliberal politikaları kulağımıza fısıldadı: “Devlet yeteneksizdir, geri planda tutun! Regülasyonları geri çekin, piyasayı serbest bırakın o ne yapacağını bilir, kamu müdahalesi gereksizdir inovasyonu öldürür.” Ve zaman içinde kaçınılmaz son geldi: Doğayı ve toplumu gözetmeyen bir kamusal anlayış tüm dünyada otoritesini sağlamlaştırdı. Eğer kamu işin içine girerse özgürlük biter sözüyle birlikte sosyal devlet ve politikalar gittikçe tarih sahnesinden silindi. Oysa bu meselenin tezi ve anti tezini yanlış yorumlamaktan ibaretti. Sonda söyleyeceğimizi başta söylemek gerek sevgili okur: “Kamu ekonomide aktif bir oyuncu olursa otokratikleşme olur ve özgürlüklerimizi kaybederiz” söyleminin yerine “Demokratik bir biçimde ve kamunun hesap soran ve veren bir konumda aktif bir ekonomi oyuncusu ve politika yapıcısı olmasını nasıl sağlayabiliriz?” sorusunu tüm dünyada gündemde tutmamız gerek.
Geçtiğimiz günlerde sevgili Prof. Dr. Fikret Adaman ile yaptığımız podcast kaydının açılışında Fikret Hoca hala dünyada çaresi ve tedavisi oldukça bilinen verem hastalığı sebebiyle yılda 2 milyon insanın öldüğünden bahsetti. Aslında mesele tam da bu! Biriken servetin, beraberinde tekelleşen karar mekanizmalarını yaratması ve sosyal devletin ekonomi sahnesinden silinmesi ile birlikte yoksul insanların tedavisi olan bir hastalıktan dolayı kolaylıkla ölebilmesi. Piyasanın her alanda koşulsuz büyümesine dayalı bu yanılsamalı “özgürlük” vadeden sistem aslında özgürlüğün karşıtı olan esaretin sadece yeni formlarını keşfetti. Tam da bu noktada tüm dünyada yeni bir kamu yaklaşımı yaratmanın zamanı. Her şeyin öncesinde kamuyu, merkezi ve yerel yönetimleri eşitler arası bir iletişim alanına çekmek ve aslında bugünün eşitlik ve adalet mekanizmalarında ne kadar önemli bir rol oynadıklarını keşfetmenin zamanı.
Elbette özellikle Avrupa’da yükselen sağ popülist söylemler ve ülke politikalarını göz ardı etmemek gerekiyor ancak yapısal olarak kamuyu, devlet organizasyonunu yeteneksiz olarak nitelendirip ekonomiden el çektirmenin bedellerini bugün çevresel ve sosyal anlamda ağır ödüyoruz. Aslında her birimizin her bir bireyin ve organizasyonun en büyük müştereği olan kamuyu hep birlikte yeniden şekillendirmemiz gereken bir döneme giriyoruz. Demokrasi ve hesap verilebilirlik perspektifinde yeniden tasarlanmış bir kamu aynı zamanda; yenilikçi ve eşitlikçi sağlık uygulamaları, inovatif eğitim politikaları, katılımcı kırsal kalkınma, adil şehir planlamaları, kapsayıcı teknolojik dönüşüm, sosyal çeşitlilik ve bir arada yaşama, biyoçeşitlilik kaybını önleme, okyanusları onarma ve daha pek çok şey demek! Bugün en büyük müşterek alanımız olan kamu ve devlete 21. yüzyılın yeni ekonomisinde hak ettiği yeri veremezsek birbirine kökten bağlı krizlerimize kalıcı ve sahici çözümler üretmek pek de mümkün görünmüyor.
Bugün yatırım ve finans, insan hakları, çevre hakları, sanayi ve teknolojik dönüşüm gibi pek çok dikeyde ve temada doğru, inovasyon kasları çalışan, paydaşlarıyla bağ kuran kamu yaklaşımları oluşturarak ve kamuyu belirli alanlara sıkıştırmanın ötesine geçirerek pek çok sektörde sosyal inovasyonun tetikleyicisi ve ana oyuncusu haline getirebilir, son 30 yılda alamadığımız pek çok yolu daha fazla alabiliriz. Bu tartışmaları ideolojik ve siyasi parti hamleleri üzerinden değil tüm dünyada kamu kurumlarının değişime nasıl öncülük edebileceği parametresi üzerinden bakarak yenilikçi ve öncekilere benzemeyen bir kamu anlayışı var etmek düşündüğümüz kadar zor olmayabilir.
Kamu; kaynaklarıyla, yüksek risk alabilme kapasitesiyle, paydaşlar arası kesişim noktası olabilmesi gücüyle bugün sosyal inovasyonun kalbi olarak özel sektörü beklemek yerine özel sektör ile sivil toplumla kısacası tüm paydaşlarla aktif bir işbirliği yürüten, demokratik, yenilikçi ve işbirlikçi kamu alanları yaratmak içinde bulunduğumuz krizlerin de temel çıkış noktası. Değerin, kazancın, sağlığın, refahın, mutluluğun adil dağılımı; doğanın haklarının korunması ve dönüşümün herkesi kapsamasının yegâne yolu yeni bir kamu hayal etmek! Ne dersiniz tüm dünyada kamuya bir şans vermeye başlamanın zamanı gelmedi mi?