Kamu borcu, merkez bankası ve siyaset felsefesi

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Norman Schofield Bağımsızlık Bildirgesi’nin ilan edilmesi hakkında ayrıksı bir görüşe sahip. Bildirgenin ancak ve ancak Fransa kralı Louis XVI’nın yardım sözü vermesinin ardından rasyonel hale geldiğini ve konuyu çözenin Benjamin Franklin olduğunu savunuyor. Kralın yakın çevresiyle iyi ilişkileri olan Franklin’in Maliye Bakanı Vergennes aracılığıyla –meşhur Turgot’nun karşı çıkmasına rağmen- yardım sözü almasının Kıta Kongresi’nin önde gelenlerini bağımsızlık ilan etmenin rasyonel bir hamle olacağına ikna ettiğini savunuyor. Schofield, 10 milyon liralık (Fransız parası, livre) yardım sözünün Fransa’nın askeri harcamalarıyla beraber fiiliyatta 1 milyar liraya yükselmesinin bu ülkenin bütçesini alt üst ettiği ve devrimin yakın nedeni olduğu iddiasına da –Kathyrn Norberg’e dayanarak yer veriyor. Norberg 1994’te yayınlanan bir makalesinde 1715, 1722, 1759, 1763 ve 1772’de mali güçlükler yaşayan Fransa’da 1788 mali krizinin neden özel olduğunu anlatıyordu.

Simon Schama ise borcun faiziyle birlikte 1,3 milyar livres olduğunu bildiriyor. Schama Louis XIV’ün 1714 yılındaki ölümü sırasında devletin belki daha da fazla borçlu olduğunu ancak kamu maliyesinin alınan önlemler ve enflasyonun reel borcu eritmesi sayesinde 1726’da dengeye geldiğini de yazıyor. Sonraki savaşlarla durum yeniden kötüye gidiyor ve 1756-1763 Yedi Yıl Savaşı sonrası –ki Fransa İngiltere’ye karşı yenilgiye uğramıştı- borcun devasa büyüklüğe, 2,3 milyar livres’e ulaştığını ekliyor. Gerçi o sırada muzaffer İngiltere de tarafsız Hollanda da ilgisiz Prusya da çok borçluydu. Hatta İngiliz kamu borcu Fransa’dan daha fazlaydı. İngiltere temel sosyal uzlaşısını ve kurumsal yenilenmesini bir yüzyıl önce gerçekleştirmişti. Artan borç siyasi sistemi sarsmadı. Fransa’daysa borç krizi çok radikal bir sonuca götüren olayları tetikledi.

Schama meselenin ABD’ye destek verilirken harcanan para ve hızla artan kamu borcunun kendisinden ziyade borcun politik ve psikolojik etkileri olduğunu not ediyor. Önemli nokta kamu borcunun İngiltere’de ulusal borç olarak Fransa’daysa kraliyetin borcu olarak algılanmasıdır. Her durumda Fransız devrimine yol açan yakın etkenin ABD bağımsızlık savaşına verilen desteğin maliyetinin çok yükselmesi olduğu açıktır. Gerek toplumsal algı açısından gerekse borcun 18. Yüzyıl boyunca karşı karşıya kalınan diğer kamu maliyesi krizlerine oranla finanse edilmesinin daha zor hale gelmiş olması bakımından bu böyle görünüyor. Mesela İngiltere’de William Pitt savaşı finanse etmek için siyasi muhalefetle karşılaşmadan yeni vergiler toplayabilirken Fransa’nın İsviçreli Maliye bakanı Jacques Necker ABD kolonilerine askeri yardım girişimini sadece kredi bularak finanse etmeye çalışmıştı çünkü Fransa’da ek vergi talep etmek mümkün değildi. Edildiği anda meclisleri toplamak gerekiyordu ki toplayınca da zaten devrimin yolu açılmış oldu.    

Güneş-Kral Louis XIV sonrası 1716’da –sonu iyi olmayan- bir merkez bankası kurma girişimi için Fransa’ya çağırılan John Law akla gelebilir. Başlangıçta merkez bankasının bizzat kendisi kralın yetkilerini sınırlayan girişimin bir parçasıydı. Bu bankalar kraliyetlerin aşırı harcamalarına set çekmek ve savaş harcamalarının fazla artmasına karşı önlem almak için kurulmuştur. Adı Banque Royale de olsa Fransa’da –başarısız olan- ilk merkez bankası kurma girişimi de Louis XIV’ün bıraktığı devasa borcu yönetmeye yönelik bir girişimdi. İlk merkez bankaları neredeyse hem merkez bankası hem hazine görevini ifa etmiştir.

Daha ilk anda bile merkez bankası bağımsızlığı –18. Yüzyılda kraldan bağımsızlığı söz konusu- kavramı rüşeym halinde gündeme geliyor. Bilindiği gibi modern dönemde, yani Fransız Devrimi’nden 200 sene kadar sonra merkez bankalarının siyasi otoriteden, hatta yasamadan bağımsızlığı ve bu yolla inandırıcılık kazanmaları gündeme geldi. Bu görüş hızla yaygınlık kazandı. Buna göre merkez bankasının varlığıyla her tür otoritenin keyfi davranışından bağımsızlığı bir ve aynı şey olmak gerekir. Bu o kadar öyledir ki örneğin Norveç merkez bankası 1816 yılında kurulurken siyasi otoriteden bağımsız olabilmesi için başkente yüzlerce kilometre uzakta kuzeydeki küçük Trondheim kentinde kurulmuştur. Jon Elster’in ‘bankanın bağımsızlığı bir tür kuvvetler ayrılığı olarak görülebilir’ yorumu ilginçtir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Cumhuriyet ve özgürlük 19 Kasım 2024
Trump 12 Kasım 2024
Geçmişe bir yolculuk 29 Ekim 2024
Laiklik ve sekülarizm 15 Ekim 2024
Devrimlerin devrimi 01 Ekim 2024
Bir kez daha sekülarizm 24 Eylül 2024
Georges Sorel ve ötesi 17 Eylül 2024