Kalkınmanın sırrı “enstitüler" mi?
Kalkınma konusunda başarılı olmuş ülkeleri, o ülkelerin kentlerini, kuruluşlarını ve kurumlarını “ayrıştırıcı özellikleriyle” tanımak için çabalıyorum. Başarılı olanların “deneyimlerinde” nelerin olumlu etkiler yaptığını; ülkeleri, kentleri, kurumları ve kuruluşları nasıl ötekilerden ayrıştırdığını anlamak istiyorum.
Çin’de Wuhan kenti COVID-19 salgını nedeniyle dünya gündemine geldi. Bu kent Çin’de hızlı gelişen ve ekonomisini güçlendiren yerlerden de biriydi. Salgın dışında başka açılardan bakarak, bizim için yararlı olabilecek etkenleri kavramak için iz sürüyorum.
Wuhan’la ilgili edindiğim ilk bilgileri 20 ve 27 Ağustos günleri yayınlayarak, okuyucuya bu konuda fikr-i takip yapacağıma söz verdim.
Wuhan’dan Düsseldorf’a
Derlediğim bilgiler arasında: “Wuhan’da 350’den fazla bilimsel ve teknolojik araştırma enstitüsü etkinliklerini sürdürüyor” cümlesi ilgimi çekti.
Wuhan’dan yaklaşık 9 bin kilometre bir sıçrama yaparak, başkenti Düsseldorfolan Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) eyaletine gidelim. NRV eyaletinde:
• 17 milyon 900 bin yerleşik insan yaşıyor.
• Yaklaşık 692 milyar Euro’ya denek gelen, Almanya’nın toplam GSYH’nın yüzde 20’sinden fazlasını üretiyor.
• 500 kilometrelik yakın çevresinde yaklaşık 160 milyon insan var.
• Almanya sanayisinin yüzde 18.5’ini karşılıyor.
• İşgücününün yüzde 19.7’sini sanayi sektöründe istihdam ediyor.
• 20 binden fazla yabancı şirket etkinliklerini sürdürüyor.
• 750 bin küçük ve orta ölçek işyeri ekonomiye katkı yapıyor.
Bütün bunlar “nicelik” göstergeleri. Sürdürebilir bir ekonomik güç yaratmanın arka plandaki “nitelikler” önemli.
Bağımsız bir ülke olsa NRW, ekonomik gücüyle dünyanın 20 ülkesi arasına girebiliyor.
Almanya’nın gözbebeği NRW eyaletine ilişkin temel bilgilere göz atarken “enstitülerle” ilgili veriler Wuhan gibi NRW dikkatimi çekti: “İster elit kategorisindeki Köln ve Aachen Teknik üniversitelerinde olsun, isterse Jülich Araştırma Merkezi’nde veya Alman Havacılık ve Uzay Araştırmaları Merkezi’nde, Leibniz Topluluğu’nun 11 enstitüsünde, 14 Fraunhofer enstitüsünde, 12 Max-Planck enstitüsünde ve yine üniversitedeki 53 özel araştırma bölümünde; binlerce bilim insanı ve geliştirici, kendi uzmanlık alanlarındaki bilgi birikimlerini her gün bir adım ileri taşıyorlar. Böylelikle Avrupa’nın en yoğun bilimsel araştırma ağında, inovasyonun ve teknoloji transferinin eni iyi koşulları oluşturuluyor.”
Bir ülkenin, kentin, kurumun ve kuruluşun var olması, varlıklı olması ve insanlar için değer üretmesinde “enstitü” denen kurumlar önemli işlevleri yerine getirmese bu kadar yaygınlaşabilir, yoğunluk kazanabilir miydi?
Sözlüklere bakarsak, enstitü, “ Bir üniversite bünyesinde olan, belli alanlara odaklanarak bağımsız araştırma yapan kuruluş ya da kurumlar” diye tanımlanır.
Gürcan Karakaş’ın saptaması
Bizler, otomotiv yan sanayindeki STK yetkililerinin , “Biz dünyanın en iyileri arasındayız “ açıklamalarını sürekli kamuoyuna paylaşmış insanlarız. Gürcan Karakaş’ın Fatih Altaylı’nın “Türkiye’de ciddi bir yan sanayi birikimi var. Bu birikim size büyük kolaylık sağlıyor mu?” sorusuna, “Ne yazık ki hayır” dedikten sonra, “Türkiye’deki yan sanayi şirketleri ile oturup ‘Bize şu parçaları üretir misiniz?’ diye soruyoruz. ‘Tabii üretiriz’ diyorlar ve hemen blue print’leri istiyorlar, tüm detayları almak istiyorlar. Bu kötü bir yan sanayi. Yabancı otomotiv şirketleri yan sanayiyi çok kötü bir noktaya çekmiş. Robotlaştırmış. Siz her şeyi veriyorsunuz, onlar üretiyor. Fikri bir katkı, dizayn katkısı, mühendislik katkısı sunmuyorlar. En azından büyük bölümü sunmuyor. Buna tam anlamıyla yan sanayi demek doğru değil o yüzden. Şimdi onları da düşünmeye teşvik edecek bir proje ortağı haline getirmeye çalışıyoruz. Gelecekler. Ama emin olun ki, iyi bir noktada değiller. Üretim kabiliyetleri var ama bir tür hamallık yapıyorlar. Düşük katma değerli bir hamallık,” açıklamasını okuyunca zihnim bulandı. Zihnimdeki bulanıklığı giderecek “rasyonel otorite” haline gelmiş bir kurum olmalıydı; hemen onlara sormalıydım ve gerçekliğin ne olduğunu anlamalıydım.
Önce kendimi sorguladım: Bunca deneyimine rağmen, özellikle elektrikli otomotiv nedeniyle yan sanayinin teknolojik dönüşüm ihtiyaçlarını yakından izleyen biri olarak tereddüde düşmeyecek bilgilere sahip olmam gerekirdi. İnsanlar düşüncelerini 55 yıldır yazıyla anlatan biri olarak bildiklerine önce kendin güvenmelisin.
Ama düşündüm ki, ülkemizde hemen her alanda /‘öngörüde bulunmak ve önlem almak” için yeterli veri yok. Veri ve veriyi analiz ederek açıklama yapan kurumlar da yaygın değil. Bilgisine güvendiğim, işin içinde olan insanlara durumu sordum. Öğrendim ki, arka planda yapılan görüşmeler sonunda taraflar açıklamaya “ince ayar” yapmış. Açıklamayı deşerek bir polemik konusu yapmanın önemi de yok, değeri de. İyisi mi, daha iyi bir gelecek inşa etmek için neler yapmamız gerektiği üzerine düşünelim.
NRW ve Wuhan’da olduğu gibi ülkemizde de sektörü bütünüyle kapsayan enstitülere sahip olsaydık, işimiz kolaylaşırdı. Enstitülerin açıklamaları zihnimizdeki bulanıklığı berraklığa dönüştürürdü. Bilginin temel üretim girdisi haline geldiği bir üretim örgütlenmesi çağında, üretim alanlarında veri, malumat, bilgi, anlama ve anlamlandırma konusunda çoğunluğun zihninde kabullenilmiş kurumlara ihtiyaç var. Enstitüler ve araştırma kurumları, derinlik bilgisinin temel araçları, ülkemizde bu konudaki boşluk mutlaka doldurulmalı. Üniversitelerimizle işbirlikleri yapılarak, sektörün değişik alanlarıyla ilgili bilgilere yaygınlık, yoğunluk ve derinlik kazandırılmalı.
Veri ciddiyeti, inanırlığı ve güveni sağlayacak bağımsız enstitüleri harekete geçirmeye neden odaklanmıyoruz? Eksik ve yanlış bilgilerin rantını kimler ele geçiriyor; “veri ciddiyeti” oluşturacak yapılanmalara kimler engel oluyor? Algı yönetiminin rantını kimler paylaşıyor? Bu soruların yanıtını net olarak vermeliyiz ki, kaynaklarımızı verimli kullanabilelim. O nedenle, üretimin her alanında veri, enformasyon, bilgi, anlama ve anlamlandırma konularında rasyonel otorite olabilecek enstitüleri ivedilikle işlevsel hale getirmeliyiz.