“Just-In Time” sisteminden uzaklaşıyoruz
Üretim kaynaklarının, mevcut teknolojik gelişmişlik düzeyi ile işletilmesi ile ulaşılan üretim seviyesinin, sonsuz insan ihtiyaçları ve isteklerini karşılamakta yetersiz kalması “iktisadi kıtlık” olarak tanımlanmaktadır. Dünyada yaşayan insan sayısının 8 milyara ulaşması, iktisadi kıtlık kavramının önemini daha da fazla artırmaktadır. Bu bağlamda, üretim süreçlerinde israfın önlenmesi ön plana çıkmakta; işletmeler sürekli olarak maliyet azaltıcı önlem arayışına girmektedir.
1970’lerde Japonya’da uygulamaya başlanan “Just-In Time” (Sıfır Stokla Çalışma) sistemi ile stok maliyetlerinin minimize edilmesi ve bu alandaki israfın önlenerek rekabet üstünlüğünün sağlanması amaçlanmıştır. Verimliliği arttırmak, geliri çoğaltmak ve israfı daha da azaltmak için sürekli iyileştirmeye açık alanları belirlemeye çalışan Japonlar gerek depolama maliyetlerini azaltmak gerek finansal kaynakları etkin kullanmak gerekse mevcut girdileri üretime sokarken dikkatli davranmak ilkeleri ile desteklenen “Just-In Time” modelini sürekli olarak geliştirmiştir. Günümüzde bu sistem küresel ekonominin tüm aktörleri tarafından etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Durum böyle olmakla birlikte, sıfır stokla üretim sisteminin ancak küresel ekonominin saat gibi çalıştığı, tedarik zincirlerinde kesintilerin yaşanmadığı barış içindeki bir dünya için geçerli bir sistem olduğunu unutmamamız gerekir.
İthalat artışını irdelemek gerek
TÜİK verileri esas alındığında, Haziran 2022’de genel ticaret sistemine göre Türkiye’nin ihracatının yüzde 18.7 oranında, ithalatının ise yüzde 39.7 oranında arttığı görülüyor.
Ülkemiz ihracatının 2022 yılı Haziran ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 18.7 artarak 23 milyar 428 milyon dolar, ithalatının da yüzde 39.7 artarak 31 milyar 595 milyon dolar olarak gerçekleştiği anlaşılıyor. Ocak-Haziran döneminde esas alındığında ise ihracatımızın yüzde 20, ithalatımızın yüzde 40,6 oranında arttığı görülüyor. Böylece, 2022 yılı ocak-mayıs döneminde ihracatın 125 milyar 866 milyon dolara, ithalatın 177 milyar 267 milyon dolara ulaştığı anlaşılıyor.
Öyleyse, ithalat ürünlerinin yüzde 85’inin aynı zamanda ihracat ürünlerinin girdisi olduğu göz önüne alındığında, neden ihracat yüzde 20 düzeyinde artarken ithalatın yüzde 40 düzeyinde arttığının irdelenmesi gerekiyor.
Öncelikle ithal enerji fiyatlarının ayrı tutulması gerekiyor. 2021 yılında 30 milyar dolar düzeyinde gerçekleşen enerji ithalatının bu yıl küresel kriz nedeniyle 80 milyar dolarlara erişmesi olası. Nitekim petrolün varil fiyatı 70 dolarlardan 115 dolarlara ulaşmış durumda. Bu nedenle ithalat kalemleri içinde enerji önemli bir yer tutuyor. Ancak, ithalattaki artışı salt enerji fiyatlarındaki artışlarla da açıklayamıyoruz.
Yaptığımız araştırmada, Türkiye’de yerleşik işletmelerin yurtdışına verdikleri siparişleri miktar ve hacim olarak artırdıklarını tespit ediyoruz. Bu nedenle, girdi ithalatlarını daha büyük partiler halinde gerçekleştirdiklerini ve bir anlamda stok artışı yaptıklarını görüyoruz. Böylece, işletmelerin yoğunlukla “Just-In Time” sisteminden uzaklaşmaya başladıklarını anlıyoruz.
İhracatçı firmalar neden stoklu alışmaya başladılar
“Just-In Time” sisteminden uzaklaşma nedenlerini ise şöyle sıralayabiliriz:
- 24 Mart 2021 tarihinde Süveyş Kanalı’nda meydana gelen gemi kazası nedeniyle küresel tedarik zincirlerinde bir aya yaklaşan kesintiler yaşandı. Bunun üzerine işletmeler kendi üretim süreçlerinin kesintiye uğramaması adına güvenlik stokları oluşturmaya başladı.
- Tüm dünyayı 2 yıl boyunca esir alan koronavirüs salgını sırasında yaşanan tedarik sorunları işletmeleri stoklu çalışmaya yönlendirdi.
- 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve iki ülke arasında bugüne kadar süren savaş nedeniyle Batı dünyası Rusya’ya ağır yaptırımlar uygulamaya başladı. Rusya’da mütekabiliyet esasına dayanarak bu ülkelere enerji ve hububat ihracatını durdurdu. Aynı şekilde, Ukrayna’nın Odessa Limanı’ndan buğday ve ayçiçeği yükleyen gemiler savaş nedeniyle yerlerinden ayrılamadı. Bunun sonucu küresel düzeyde gıda sıkıntısı çekilmeye başlandı; hububat ve ayçiçeği yağı fiyatları arttı. Bu durum, Türkiye’deki tarımsal endüstriyi de olumsuz etkiledi. Makarna ve ayçiçeği fabrikası işletmeleri daha fazla girdi stoklamaya başladı.
- Koronavirüs salgını ve Rusya-Ukrayna savaşı sonrası küresel düzeyde tedarik zincirinde yaşanan aksamalar yine küresel düzeyde enflasyona yol açtı. Tedarikçi ülkelerdeki girdilerin fiyat artışından endişelenen yerli işletmelerimiz daha büyük partiler halinde sipariş vermeye başladı.
- Küresel düzeyde yaşanan enflasyon ABD ekonomisini de vurdu. Enflasyonla mücadele amacıyla Fed uzun yıllar boyunca istikrarlı bir biçimde sabit tuttuğu faiz oranlarını kademe kademe artırmaya başladı. Bu nedenle dolar son 30 yılın en yüksek düzeyine çıktı. Küresel mübadele aracı olarak kullanılan doların bu kadar yükselmesi, tüm ülkelerin ihraç ürün fiyatlarına da göreli olarak yansıdı. Bu durum da stok artış eğilimlerini hızlandırdı.
- Kırılgan bir ekonomiye sahip olması nedeniyle dolar artışından olumsuz yönde en fazla etkilenen Türkiye’de, dolar kuru 9 liralardan 18 liralara kadar yükseldi. Kur yükselişinin durdurulamaması nedeniyle resmi enflasyon oranlarının yüzde 80’lere yükseldiği ekonomide işlerin kısa vadelerde düzelemeyeceğine olan inanç, Türkiye’deki işletmeleri daha fazla girdi stoklamaya yönlendirdi.
- Türkiye’de göreli olarak işgücünün ucuzlaması, diğer ülkelerin de gözünden kaçmadı. İhracat yaptığımız bu ülkeler Türkiye’den verdikleri sipariş miktarlarını artırmaya başladı. Artan siparişler Türkiye’de yerleşik işletmelerin iştahını ve satış beklentilerini artırdı. Cesaretlenen bu işletmeler daha fazla stok yaparak üretimlerine devam etmeye karar verdi.
Öyle görülüyor ki, kısa vadede dış ticaret açığındaki artışı engellemek mümkün olamayacak. Bunun için yine küresel siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmasını bekleyeceğiz. İlaveten kendi ülkemizdeki yapısal ekonomik sorunları da kalıcı önlemlerle ortadan kaldıracağız.