Jean-Paul Sartre; CEO olsaydı, inovasyonu nasıl başarırdı?
Varoluşçuluk son yıllarda gittikçe popülerleşen bir felsefe ekolü. Özellikle pandemi ile yaşanan bunalımlar ve anlam arayışları bu önemli felsefenin büyük isimlerine spotları tekrar tutmamıza neden oldu. Spinoza, Nietzsche, Voltaire ve Kafka gibi sıra dışı zihinlerin Varoluşçuluğun yollarını döşediğini söyleyebiliriz fakat sistematik bir felsefe haline getiren ve okullaştıran üç önemli isim var: Heidegger, Kierkegaard ve Jean-Paul Sartre. Albert Camus her ne kadar filozof ve Varoluşçu olmadığını söylese ve absürt felsefesini yapılandırmaya çalışsa dahi Onda da Varoluşçu izler görülür. Bunalım, bunaltı, özgürlük, başkaldırı gibi çok farklı Varoluş tanımları yapıldı. Varoluşçu felsefenin ana sorusu: öz mü varoluştan önce gelir, varoluş mu özden önce? Descartes, Hegel, Henri Bergson ve Kierkegaard gibi özün varoluştan önce geldiğini iddia eden filozoflara göre ilk başta fikir vardır. İnsan öz olarak varoluştan önce mevcuttur. Diğer bir deyimle ruh zaten vardır, yaratılmıştır. Bu düşünce bizi idealist kampa sokar ve metafizik felsefeye götürür.
Diğer taraftan varoluşçulukla özdeşleşen Nietzsche, özellikle Heidegger ve Sartre’ye göre ise varoluş özden önce gelir. İlk önce insan vardır, insan dünyaya gelir, var olur, sonra tanımlanıp belirlenir ve zamanla özü ortaya çıkar. Başka bir ifade ile, insan boş bir sayfadır ve adım adım kendisini inşa eder. Sayfa zamanla dolar. Bu anlamda varoluşçuluk karamsar değil umutlu bir felsefedir. Yaşam sevinci vardır çünkü insanın kendi kaderini eline verir. Kendini gerçekleştirme fırsatı verir. Sartre’ye göre hayat tam da budur: bir girişimler zinciridir. İnsan bu girişimleri yansıtan bağlantıların toplamı, örülüşü ve sonucudur. İnsan nasıl olmayı tasarladıysa öyle olacaktır. İnsan özgürlüktür, özgürdür, buna zorunludur. Tüm yaptıklarından sorumludur. Varoluşçular, eylemsizliğe karşıdır. Onlara göre, umut ancak eylemdedir. İnsan kendi tasarısından başka bir şey değildir. İnsan harekete geçmelidir çünkü o aksiyonlarının yekûnudur. İnsan kendi dışında vardır, kendi dışına çıkarak var olur. Ancak dışa atılarak, aşkın amaçları kovalayarak var olabilir. Bu anlamda insan ilerleyiştir, aşıştır, oluştur.
İnovasyonlar bize harekete geçme ve ilerleme olanağı sunar. Girişimcilik bir oluştur, sadece maddi kazanç değil pek çok kişi için girişimcilik; bir varoluş şeklidir. Bazı insanlar girişimcilik ve inovasyonla kendilerini bulur, kendilerini gerçekleştirir ve bu şekilde var olmaya çalışırlar. Hepimizin kendimizi gerçekleştirme ve var oluş şekli farklı olabilir. Bazılarımız bestelerimizle, bazılarımız icatlarla, bazıları sanat eserleriyle, bazıları yazdığı roman ve şiirlerle hayata imza atarlar. Bazılarının ise dünyaya armağanı, yaptıkları inovasyondur. Sartre, önce CEO olduğu markanın ‘anlam’ sorunsalını çözerdi. Tüm çalışanları harekete geçiren güçlü bir amaç (purpose) belirlerdi. Her çalışana şirketin varoluş amacı ile uyumlu kendi yaşam amacını bulması için yardımcı olurdu. İnsanları, hayata atılmaları ve hata yapmaları için teşvik ederdi. Başarılar kadar başarısızlıklarla da öğrenileceğini iyi bildiği için başarısızlıkları alkışlardı. Matris organizasyon yapısı tasarlar ve ekiplerin inisiyatif almasını teşvik ederdi. Otonom yapıları öne çıkartır, bireysel farklılıkları önemserdi. İnsanların tek başına karar ve sorumluluk almasını sağlardı. Yöneticileri ofislerden sahaya indirir, sürekli aksiyonda kalmalarını mümkün kılardı. “Networking” O’nun için ayrı bir öneme sahip olurdu. Özgüveni yüksek, denemekten çekinmeyen, kendi doğrularını arayan, başkalarının ne dediğini önemsemeyen, iç motivasyonu güçlü ve aykırı profillerle çalışırdı. Harekete geçen aktivist ruhlu insanları arar bulurdu. Varoluşçuluk insana kendi kaderini kendi eline almasını teşvik eder. 2. Dünya savaşı gibi bunalım yıllarında doğmasına rağmen karamsar değil hayat doludur. Her şeye rağmen yaşam sevincine sahiptir. Çünkü umut eylemdedir, hareket sonucu belirler.