İyimser olmak için yeter sebep yok
Amerikan başkanlık seçimlerinin sona ermesinden itibaren sonuçların şu ülke, bu bölge, hatta dünya için ne anlama geldiğini araştıran çılgınca çabalar dikkati çekiyor. Aslında Trump’un tekrar Beyaz Saray’a dönebileceğinin güçlü işaretleri olmakla birlikte, bilahare yanılgıya düşmemek için, çoğu gözlemci seçimlerin sonuçlanmasını bekledi. Bay Trump’un kazandığı zaferin marjı tahmin edilenin bir hayli ötesinde gerçekleşti. Bir sonraki Amerikan başkanının kim olacağı konusunda artık herhangi bir tereddüt kalmayınca, herkes sonuçlar dünyayı nasıl etkileyecek konusunu tartışmaya yönelmiş bulunuyor.
Başkan adayları, iktidar sorumluluğu taşımanın baskısıyla verilen her sözü yerine getirmelerinin imkansızlığını görünce, seçim müsabakalarında yaptıkları bir takım güçlü beyanları değiştirmek zorunda kalırlar. Ancak Bay Trump’ın ne yapacağının tahmini güç bir şahsiyet olduğu konusunda gözlemciler ittifak ediyorlar. Gücünü devlet kurumlarının ve bürokratların söylediklerine kulak vermeden kullanabilir. Çevresindekiler zaten bürokratlara saygı duymadıklarını, Trump’ın Amerika’nın izlediği politikaları değiştireceği izlenimini yayıyorlar. Yine de, Bay Trump ve dostlarına, şimdilik sahip olmadıkları bazı bilgiler verilirse, belki şu anda savundukları bir kısım düşünceleri terk edeceklerdir.
Trump, Amerikan devlet kurumlarının yöneticisi gibi davranmaktan ziyade devlet işlerini kişisel bir lider olarak yürüteceği izlenimi veriyor. Kurumsal yönetim yerine kişisel yönetimi tercih eden ulusal liderler, Trump ile daha kolay iş görebileceklerini düşünüyorlar. Bu bakımdan Türk cumhurbaşkanı da bir istisna oluşturmuyor. Bay Biden ile bir türlü yakınlık kuramamasına karşılık, Bay Trump ile sıcak bir dostluğu olduğunu düşündüğünden, onunla daha kolay çalışabileceğini düşünüyor. Herhangi bir ulusal liderin bir diğerine ulaşma kolaylığı önemli bir güç unsuru olduğundan, Sayın Erdoğan’ın Trump ile daha başarılı bir ilişki kuracağını düşünmesinde haklı olabilir. Ancak bu kolaylığın sayın Erdoğan’ın düşündüğü kadar önemli olup olmadığı bambaşka bir konudur.
Türk-Amerikan ilişkilerinde sorun yaratan birçok gelişme daha önceki Trump yönetimi sırasında gerçekleşmişti. Türkiye, S-400 füzeleri alınca F-35 uçaklarının yapımı ve satın alınmasından dışlanması adımları Trump döneminde atıldı. Türkiye’ye karşı CAATSA yaptırımlarının uygulanması da aynı dönemin icraati arasındadır. Hepimizin bildiği gibi, Trump Rahip Brunson’un serbest bırakılmasını sağlamak için kaba bir dil kullandı, bırakılmazsa Türk ekonomisini mahvetmekle tehdit etti. Şayet iktidarda bir başkası olsaydı, gelişmeler farklı olacağını iddia edecek durumda değiliz. Belirtmeye çalıştığımız husus, Trump ile kişisel bağlara sahip olmanın ve ona arkadaşım diye hitap etmenin, onun Amerikan çıkarlarını korumak için yapacaklarını etkilemesinin beklenmemesidir.
Bay Trump’ın kararları kişi olarak almaya geçmişteki başkanlara nazaran daha fazla ağırlık tanımasının, uygun göreceği her şeyi yapabileceği anlamına gelmediğini ileri sürmemiz için yeterli neden bulunuyor. İlk olarak, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, kendisi Amerikan çıkarlarını korumakla mükelleftir. Bu dostlarının ne istediğine göre değil, Amerikan çıkarlarının neyi gerektirdiğine göre hareket edeceği anlamına gelir. İkinci olarak, seçimi kazanmak için bir koalisyon inşa etmek durumundaydı. Şimdi kendisini destekleyenlerin talep ve bekleyişlerine cevap vermek zorundadır. Bir örnek vermek gerekirse, Birleşmiş Milletler’e büyükelçi olarak Netanyahu’yu desteklemekte başı çeken bir kongre üyesini atayacağını ifade etmiştir. Böylece İsrail siyasetinin Biden’dan çok farklı olmayacağını da ifade etmiş bulunuyor. Üçüncü olarak, dış siyaset yapımına karışan tek merci Başkan değildir, gerek Temsilciler Meclisi gerek Senato da bu süreçte yer alırlar. Bu kamaraların başkanınki ile her zaman uymayan kendi gündemleri vardır. Bir sorun çok önemli telakki edilmediği sürece, Başkan yasama organlarının dış siyaset tercihlerini etkilemeye çalışmaz. Dördüncü olarak, bir dünya gücünün lideri olan Amerikan başkanının ülkesinin ilişkide bulunduğu her ülkeye karşı nasıl bir siyaset izleyeceği konusuyla ilgilenecek vakti yoktur. Olağan dönemlerde aralarında ordunun ve dış işleri bakanlığının yer aldığı devlet kurumlarının yaptığı tavsiyelere uyar. Bu, söz konusu kurumların siyasetin şekillenmesinde de belirleyici bir rolü olduğu anlamına da gelir. Maalesef şu sıralarda Türkiye ne Amerikan yasama kurumlarında ne de bürokrasi katında olumlu yaklaşılan bir ülke değildir. Trump’un göreve atadığı kişilerin de Türkiye’ye olumlu yaklaşmadığı değerlendirilmektedir.
Bütün bunlar Türk-Amerikan ilişkilerinde pek değişiklik olmayacak anlamına mı geliyor? Sorunun cevabı “bilemeyiz”dir. Yazımızla sadece Cumhurbaşkanımızın Trump’ı dostu olarak görmesinin peşinen iyimser olmamızı gerektirmediğine işaret etmeye çalıştık.