İtalyan krizinden çıkaracağımız ders var mı?

Servet YILDIRIM
Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Türkiye ilginç bir ülke. Enflasyonu aşağı çekmek için bir süreç başlamışken geçen yılın ortasında hala çoğumuzun anlayamadığı nedenlerle politika değişikliği yapmış ve para politikasını gevşetmiştik. O günden sonra da ekonomi bir daha eski dengelerine dönemedi. TL şiddetle değer kaybetti, tüketici enflasyonu yüzde 15-20 bandından yüzde 80’e ve üretici enflasyonu ise yüzde 42’den 140’a fırladı; büyüme görünümü bozuldu, belirsizlik arttı. Şimdi ise başladığımız noktaya, yani 2022 Haziran öncesine dönmeye çalışıyoruz. En iyimser resmi tahminle ancak gelecek yılın baharında belki o düzeylere tekrar gelebileceğiz. Oysa biz politika değiştirdiğimizde enflasyon yüksek olmakla beraber çok daha düşük seviyelerdeydi ve yönü aşağı doğruydu; TL istikrarlıydı, cari açık makul düzeylerdeydi ve ekonominin nispeten güçlü bir büyüme görünümü vardı. Durduk yerde ve anlaşılamaz bir şekilde ekonomiyi zorlu bir enflasyonist döngüye soktuk.

İtalya da ilginç bir ülke. Ne zaman fırsatını bulsa hiç kaçırmadan hemen krize girebiliyor. Aynı şekilde tam ümidi kesmişken bir yolunu bulup krizden çıkmasını da biliyor. Şimdi de Draghi krizini yaşıyor. Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebilir ya da derin yaralar alarak, hem kendisini hem de Avrupa’yı bir çukura sürükleyebilir.

İtalya en son krize girdiğinde çareyi uluslararası itibarı çok yüksek isimlerden biri olan Mario Draghi’yi teknokratlardan oluşan bir ulusal mutabakat hükümetinin başına getirerek yapmıştı. Ülke bir anda itibar patlaması yaptı; ekonomiye dair olumsuz beklentiler yerini iyimserliğe bıraktı; güven faktörü devreye girdi. Draghi, önce İtalya Merkez Bankası ve ardından Avrupa Merkez Bankası başkanlığı döneminde kendisi kanıtlayan bir isimdi. Hem halk hem de piyasalar ona çok güveniyordu.

Draghi faktörü etkisini hemen gösterdi. Draghi’den önceki yıl, yani 2020’de, pandeminin de etkisiyle yüzde 9’un üzerinde daralan İtalyan ekonomisi 2021’de yüzde 6.6 gibi yüksek bir hızda büyüdü. Bütçe faiz dışı fazla verdi.

Peki sorun neydi? Draghi 74 yaşında başbakanlık koltuğuna oturduğunda arkasında geniş bir yelpazeye yayılan politik bir destek olmasını istedi. Ciddi bir reform programı uygulamaya sokacaktı; güçlü bir destek olmadan programın başarılı olma şansı yoktu. Programı hazırladı. Bu paket ile AB fonlarından sağlanacak 200 milyar dolarlık kaynağın da önü açılacaktı. Ama Draghi’yi reform paketi için destekleyen partilerle yaptığı ikna görüşmeleri çok yordu. Süreç aslında bizim 3 partili koalisyon dönemindeki 2001 reform maceramıza ve Draghi’nin karşılaştığı zorluklar ise dönemin partiler üstü teknisyen Başbakan Yardımcısı Kemal Derviş’in yaşadıklarına benziyordu. Bu tür zorlular aslında sadece koalisyon dönemlerine özgü değil. Güçlü tek parti iktidarlarında da yaşanıyor. Ak Parti döneminde ekonomiden sorumlu olan Babacan’ın mali kuralı geçirmek için çabalarını ve sonrasında karşılaştığı engelleri hatırlayın. Oysa mali kural Meclis’ten geçmiş olsaydı, ekonomi sonrasında karşılaştığı güçlüklerle daha iyi baş edebilirdi.

Sonunda Draghi’yi destekleyen partilerden Beş Yıldız hareketi 26 milyar dolarlık bir paketi boykot edince İtalya’da ipler koptu. La Stampa gazetesinin dediği gibi Draghi siyasi bir cinayetin kurbanı oldu ve istifa etti. Şimdi ülke 25 Eylül’de erken seçimlere gidiyor. Milli gelirinin bir buçuk katı kadar kamu borcu olan İtalya için bilinmezlerle dolu bir süreç başladı. Bu sürecin sonunda oyu 4 yıl önce yüzde 4 dolayında olan aşırı sağ parti güçlenerek çıkabilir. Kendisini “Post-Faşist” olarak tanımlayan Giorgio Meloni liderliğindeki aşırı sağcı “İtalya’nın Kardeşleri” hareketi vergi indirimlerini savunuyor, iş dünyası dostu açıklamalar yapıyor; göçmen karşıtı söylemleri sürdürüyor. İspanya’daki faşist Vox ve Fransa’daki Le Pen hareketleri de güçleniyor ama hiçbir ülkede aşırı sağ iktidar ortağı olamadı. İtalya bir ilk olabilir; hem kendisini hem Euro bölgesini zora sokabilir.

Erken seçimden İtalyan ekonomisini düze çıkaracak güçlü bir hükümet çıkar mı? Belki. Benim İtalyan krizinden çıkarttığım ders ise siyasette her an her şeyin olabileceği, atılan adımların arkasında rasyonelliğin aranmaması gerektiğidir. Tam işler yoluna girmiş, her şey kontrol altına alınmış dediğiniz sırada ardındaki mantığı anlayamayacağınız bazı politika ve kadro değişiklikleri ile ekonomiyi ve ülkeyi bir anda yeni maceralarla ve risklerle karşı karşıya bırakmak mümkündür.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar