İtalyan esintisi
Köşemizde daha önce Japon kültüründen iş hayatımıza ilham verebilecek dört kavramı konuşmuştuk (Kintsugi, Kaizen, İkigai ve Haiku). Bu hafta da bize daha çok benzeyen İtalya’dan ilham almaya ne dersiniz? Dört başlıkla ele alalım:
Festina lante: Yavaş yavaş hızlan. Günümüz iş dünyasındaki en önemli maharet zamanı doğru kullanmak. Telaşa kapılmakla olayların gerisinde kalmak, meseleleri enikonu düşünmekle demiri tavında dövmek arasındaki dengeyi kurmak belki de hiç bu kadar zor olmamıştı. Ne zaman yavaşlayıp ne zaman hızlanmak gerektiğini tartmak, her üst düzey yönetici için temel muhakeme sınavı.
Doğru kararı almak için iki şey gerekiyor: yüksek bir durumsal farkındalık ve güçlü bir irade. Durumsal farkındalık teşhis için kritik. Tıpkı nezlenin (ıhlamur içip dinlenmek), zatürrenin (antibiyotik iğneler) veya kritik durumun (kalp masajı) farklı tedaviler gerektirmesi gibi, farklı durumlar da farkı hareketler gerektiriyor. Bunu belirledikten sonra kararlılıkla gerekeni yapmak icap ediyor (bazen beklemek, bazen hızlanmak).
Fare una passegiatta: Yürüyüşe çık. Uzun uzun yürümeyi çok seven biri olarak bu sözle ne kastedildiğini anladığımı düşünüyorum. İş hayatında ekipler bazen bir problemin çözümünde takılabilir, meseleye hep aynı varsayımlarla, aynı açılardan yaklaşarak çözümü bulamayabilir. Üstelik, artan gerilim takım içinde rahatsızlıklara ve kırıcı olaylara yol açabilir. İyi bir yönetici böyle durumlarda mola vermeyi, gerekirse paydos etmeyi ve herkesin daha sonra taze bir nefesle işe dönmesini sağlamakla yükümlüdür. Einstein’ın meşhur sözünü unutmamak lazım: ‘Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır’.
Lupus in fabula: Masaldaki kurt. Tıpkı Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki kurt gibi, her zaman beklenmeyen bir problem çıkar. Bunların ‘bildiğimizi bildiğimiz’ konularda (kaç çalışanımız, ne kadar borcumuz, nerede üretim tesislerimiz var) olması düşük ihtimal. ‘Bilmediğimizi bildiğimiz’ alanlarda (sene sonu faiz oranı, döviz kuru) risk daha yüksek, ancak senaryo analiziyle bunları modellememiz mümkün. ‘Bilmediğimiz ama bilinen’ meselelerde kendimizi dürüstçe sorgular ve egomuzu bir kenara bırakarak bilenlere danışırsak riski yönetmemiz mümkün.
Bence en korkutucusu, ABD eski Savunma Bakanı Rumsfeld’in ‘bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler’ (unknown unknowns) dediği kör noktalarımız. Bu kadar büyük belirsizlikleri aşmaktan ziyade yönetmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Bunun için şirketimizin zihnini açık tutmak, tüm paydaşları seferber edebilmek ve en önemlisi deneme-yanılma yapmak gerekiyor. Örneğin masa başında doğru kararı ararken harcanan saatler yerine makul bütçelerle iyi tasarlanmış deneyler yapmak (start-up’lara yatırım, Ar-Ge projeleri) çok daha yararlı olabilir.
Sprezzatura: Zahmetsiz mükemmellik. Sadelik, yalınlık anlamındaki basitliğin güzel olduğuna inanırım. Google ana sayfasını, Nike logosunu veya Apple ürün tasarımlarını düşünün... Ancak basiti başarmak hiç de kolay değil. Yedi asır önce yaşamış Occamlı William bunu karar almaya uyarlamış: özel bir bilginiz yoksa çeşitli tahminler arasından en az varsayıma sahip yolun seçilmesi gerekir; varsayımlar arttıkça belirsizlikler de artar ve kararın isabetli olma ihtimali azalır. Büyük yazar Mark Twain bunu iletişime uyarlamış: ‘Kusura bakma, kısa yazacak vaktim yoktu, o yüzden sana uzun bir mektup yolluyorum’. Küçük Prens’in yazarı Antoine de Saint-Exupéry ise olayın özünü şöyle anlatmış: ‘Mükemmelliğe, eklenecek bir şey kalmadığında değil, çıkarılacak bir şey bulunamadığında ulaşılır.’