İşyeri yöneticileri ölçerse “vasatlık engeli” aşılır
Yeni yılın ilk yazısının başlığında hepimizi ilgilendirdiğini düşündüğüm bir soru yer aldı: “Vasatlık salgınının aşısını bulabilecek miyiz?”
Önemsediğimiz soruların yanıtını ararken, farklı disiplinlerde neler söylendiğine bakmalıyız. Vasatlık aşısı üzerinde düşünürken de Albert-Laszlo Barabasi’nin “Bağlantılar” adlı kitabıyla ilgili notlarıma baktım. Ardından da Mario Livio’nun “Tanrı Matematikçi mi?” kitabının notlarını karıştırdım. John D. Kelleher ve Brendan Tierney’in “Veri Bilimi” kitabı masamın üstündeydi. Bilim insanlarının dedikleri yolumuzun ışığıdır. Bilim, virüs salgınının yayılmasını ölçebildiği gibi “yeniliklerin yayılma hızını” ölçebilir. Bilimin görevi, belirsizlik ilkesinin sınırları içinde olay ya da olguları önceden kestirebilmemizi sağlayacak yasaları keşfetmektir. Vasatlığı, bize rekabet gücü kazandıracak yenilik uygulamalarının gerisinde kalma, diye tanımlarsak, bilimin geliştirdiği araçları kullanarak rekabet gücü yaratır, geliştirir ve sürdürebiliriz.
Yayılma modelleri
İnsanların yenilikleri benimseme yatkınlıkları benzer değildir; ayrılıklar içerir. İnsanlara kanıtlar gösterilir; gerekçeler üretilerek ikna edilirlerse, yeni fikri benimseyebilir. Yenilikler benimsendikten sonra da çevrelerinde etkileşim halinde oldukları diğerleriyle paylaşarak yeniliğin nicelik ve nitelikleri artırabilir. Yeniliklerin kitleler arasında yaygınlaşması, bir toplumsal güç haline dönüşmesi önemlidir. Bilim insanları yeniliklerin etkilerini “yayılma modelleri” aracılığıyla değerlendirir; ciddi içgörüler geliştirerek etkili kararlar alınmasını sağlayabilir.
Yaşadığımız virüs salgınında bilim insanları uzmanlık alanında kullandıkları “yayılma modelleri” konusunda etkin bilgilendirme yaptı. Yayılma modellerinin kavramları ve terimleri hakkında kulaklarımız ısındı, ama yaşam örgütlenmesindeki etkileri hakkında gerekli bilgilenme düzeyini yakaladığımızı söyleyemeyiz.
“Yayılma modelleri” insanların yeniliği benimseme farklılıklarını dikkate alarak, verili bir yeniliği benimseme olasılığını ölçmek için bir “eşik” belirler. Eşik değer “sıfır” olabileceği farklı bir değer de olabilir. Sosyal bilimciler ve epidemiyologlar bir salgının ya da yeniliğin yayılmasını açıklamak için “eşik modeli” denen yararlı bir araç kullanır.
Amaçları ve ayrıntıdaki özelliklerinde önemli farklılıklar olsa da, “yayılma modelleri” aynı olguyu öngörür: “Her yeniliğin iyi tanımlanmış bir ‘yayılma hızı’ vardır; bu hız yeniliğin sunulduğu bir kişi tarafından benimsenme olasılığını ifade eder.”
“Kritik eşikleri” bilmeliyiz
Tek bir eşyayı satın alma kararı, bir yeniliğin tesislerdeki donanım ve yazılımla hayata geçirilmesi, bir üretim tesisinde önerilen yeniliğin uygulanması sonuçlar hakkında bir fikir vermeyebilir. Bu noktada önemli olan, yeniliğin yayıldığı ağların özelliklerine göre belirlenen bir nicelik olan “kritik eşiği” hesaplamaktır.
Yeniliğin yayılma hızı kritik eşiğin altında ya da üstünde olabilir. Yayılma hızı kritik eşiğin altında ise yenilik kısa sürede unutulacak, gündemden düşecektir. Yeniliğin yayılma hızı kritik eşiğin üstündeyse, yenilik içselleştirilerek uygulamaya konacak; yenilik uygulamaları kritik eşiği aşınca, yeni sistem belirleyici konuma doğru ilerleyecektir.
Yıllardır siyasi irade, bürokrasi, STK yöneticileri, girişimciler ve medya ilgilileri “daha yüksek katma değerli ürünlere” geçişin gerekliliğini dillendiriyor. Bir ortak amaç ve hedef olarak benimsendiği halde, yeniliklerin yayılma hızında “kritik eşik” aşılamadığı için yaratmak istediğimiz sonuçlara bir türlü ulaşamıyoruz. İçinde bulunduğumuz koşullarda “vasatlık sınırlarını” aşmak için geçmişte izlediğimiz yol ve yöntemleri “yaratıcı yüzleşme özgüveniyle” sorgulamamızı gerektiriyor.
Kritik eşik, “yayılma kuramlarının” bir parçasıdır; ülkemizde de yeniliklerin yayılması ve ileri teknoloji içeren ürün ihracatının artırılmasını ölçerek durumumuzu belirleme, alacağımız önlemler için de belirleyici olacaktır.
Teknoloji içeren ürün ihracatı
Vasatlığı aşma, orta-düşük teknolojilerden, orta-ileri teknolojilere geçiş sürecinin hızlandırılmasına ve yeniliklerin uygun bir hızla yaygınlaştırılmasına bağlıdır. Bayram Ali Eşiyok’un HBT Dergisi’nin 8 Ocak 2021 günü yayınlanan 250’inci sayısında Dünya Bankası veri tabanından oluşturduğu tablo, iş dünyamızın “vasatlık eşiğini” aşma gündeminin ivediliğinin göstergesiydi.
Ülkelerin toplam ihracatı içinde ileri teknoloji içeren ürün ihracatlarının payı, güvenli bir gelecek yaratmak için “yenilik yayma hızını artırma” sorumluluğumuzun da göstergesi. Çin’de toplam ihracatının yüzde 24,4’ü ileri teknoloji ürünleri içeriyor. Çin’in bir parçası olan Hong Kong’da bu oran yüzde 10,9 düzeyinde. Sıradaki Almanya, ihracatının yüzde 7,3’ünü, Güney Kore yüzde 6,2’sini, ABD yüzde 5,8’ini, Singapur yüzde 5,5’ini, Fransa yüzde 4,1’ini, Japonya yüzde 4’ünü; sıralanan 8 ülke ise dünya ileri teknoloji içerikli ürün ihracatının yüzde 68,2’sini gerçekleştiriyor. Türkiye ise yüzde 0,1’i düzeyinde kalıyor.
Kritik eşiği aşmamızı engellediğini ve bizi vasatlık sınırları içinde tuttuğunu düşündüğümüz üç hususun altını önemle çizmeliyiz: Birincisi vasatlığın göstergelerinden biri “kuramsal yaklaşımı” küçümseme salgınıdır. Kuramsal çerçeveyi bilmeden, tutarlı bir zihni model oluşturmadan tam ve doğru çözümler üretemeyiz. Zihinlerimizdeki vasatlığı aşarak etkin çözümler üretmek için kuramların ne söylediğini bilmek zorundayız. Kuramsal çerçeveler en etkin yönetişim araçlarıdır. İkincisi, “doğru gündemlere” sahip olmalıyız. Kitle iletişim araçlarında değer üretme düzeyi son derece düşük genel “politik söylemlere” ayrılan zaman kadar, asıl gündemin - İklim sorunu, gıda güvenliği, içme ve kullanma suyu, enerji güvenirliliği ve kalitesi, eletişim sistemlerinin korunması, lojistik etkinliğinin artırılması, üretken yatırımlarla istihdam yaratılması, gelir eşitsizliklerinin giderilmesi, verimin yükseltilmesi, stratejik planlama, analitik yetkinlik, olasılık ve istatistik bilimi, yapay zeka ve makine öğrenimi - dip dalgaların da sorgulanmasına zaman ayırmalıyız. Üçüncüsü, “yaratıcı yüzleşme özgüveni” oluşturmalıyız. Vasatlığı yaratan, özgüven eksikliği nedeniyle sorunları “görmezden gelme” eğilimi güçleniyor; izin vermemeliyiz.