İstihdam piyasası trendi
Bazen resmi görev tanımlarında bir hedef olarak yer almıyor olsa da tüm merkez bankalarının yakından takip ettiği dinamiklerin başında iş gücü piyasası gelir. Ve elbette siyasetin de doğası gereği iş gücü piyasalarının gelişimi hükümetler ve kamu politikaları açısından da çok kritiktir. Ben her zamanki gibi örnek olarak ABD iş gücü piyasasını kullanacağım ancak Türkiye veya diğer pek çok ülkenin de benzer dinamiklere sahip olduğu notunu düşmek isterim. Grafikte ABD için iş gücüne katılım oranını görüyorsunuz. Bu oran çalışmakta olanlar ve işsiz olmasına rağmen çalışmak arzusu taşıyanların toplamının çalışma çağındaki nüfusa bölünmesi ile bulunur. Tabloda iki farklı dönem olduğu gözünüze çarpmalı. 1960’lardan 2000 yılına kadar olan dönem ve 2000 sonrası. Sütunlar ise resesyonları temsil ediyor. 1960-2000 döneminde resesyonlarda katılım oranının düştüğünü ancak ekonomi yeniden büyümeye başladığında oranın da yükselmeye başladığını görüyoruz. 2000 yılından sonra ise farklı bir durum ortaya çıkıyor. Dotcom krizi/resesyonu sonrası katılım oranında düşüş devam etmiş ve 2005 yılından sonra başlayan cılız artış 2008 konut krizi ile son bulmuş. Ancak gördüğünüz üzere ABD ekonomisi krizden çıktıktan sonra da katılım oranı düşmeye devam etmiş ve 2016 yılında başlayan hafif toparlanma Mart 2020 itibarı ile büyük bir gerileme kaydetmiş. Elbette nedenini biliyoruz. Ancak grafik sadece Covid ile açıklanamayacak 20 yıllık bir düşüş trendine işaret ediyor.
Bu gerileme belli oranda demografik dinamiklerle açıklanabilir. Ki bütün dünyada üzerinde en az durulan ancak enflasyon dahil pek çok konuyu çok yakından ilgilendiren bir dinamik. 1990’lardan itibaren Fed araştırma raporlarında demografik değişimler neticesinde iş gücü katılım oranında önemli oranda gerileme olacağı ifade ediliyordu. Öte yandan eğitim süresinin uzaması gibi bazı dinamikler de etkili oluyor. Ancak bu dinamiklere ek olarak literatüre “istihdamsız toparlanma” olarak geçen bir durum da söz konusu. Özellikle 2008 krizi sonrasında şirketler yatırım yapmaktan imtina ettiler veya iş gücünü atıl kılacak bazı yatırımlara gittiler. İş bulmaktan umudu kesen pek çok kişi istatistiklerin dışına çıkarken iş sahibi olanların başka bir sorunu daha ortaya çıktı. Büyümeden yeterince pay alamama durumu. 1990’lardan bu yana artan verimlilik şirket karlarına yansırken ücretlere çok sınırlı yansıdı. Ve hatta 1990’lardan önce bile ücretlerin gayrısafi milli hasıladan aldığı pay düşmeye başladı. Sendikasızlaşma, yatırımların ucuz iş gücüne sahip bölgelere kayması vb nedenler ücretlerin yukarı momentumunu büyük ölçüde kırdı. Bugün bu dinamiklere ek olarak sosyal yardımların da insanları çalışmaktan alı koyduğu iddiası var. Ancak gerçek şu ki çalışanların ücretlerinde yaşanan reel erime kendisini her yerde gösteriyor. Bu durumu düzeltmenin yolu merkez bankası politikalarına bağlanamaz ancak bir kez daha görüyoruz ki sorumluluğun büyük kısmı Fed’e verilmiş durumda. Üretim modelleri, iş gücünün niteliği, sosyal desteklerin niteliği, dünya ticaretinin yapısı gibi konularda net değişiklikler yapılmadığı sürece istihdam piyasasında sağlıklı bir trend söz konusu olmayacaktır.