“İşte bu bizim döviz hikayemiz...”

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

Dış borçta nereden nereye...
✓ Osmanlı borcundan Lozan'a, sütten ağzı yanan Cumhuriyetimizin kurucularının dış borç almama politikalarından dış borçsuz yapamaz hale dönüşmemize...
✓ Giderek tırmanan dış borca ve bu borcun yaratacağı tahribatı en azda tutabilmek uğruna kuru baskılamak için her gün yeni bir politika oluşturma çabası içine girmemize...


Eski dost iyidir, eski dostun bilgilisi ve insana bir şeyler katanı çok daha iyidir. Beni bu düşünceye iten “Sen bu konuyu da çok iyi bilirsin, ne oluyor dövizde bir anlatsana” dediğim eski bürokrat dostumun “Ben sana kısa bir not hazırlarım” dedikten sonra gönderdiği hap gibi metin oldu.

Ben bugünü sordum, dostum bana Osmanlı döneminde alınan ilk dış borçla başlayan tarihsel bir çerçeve çizdi.

Benim bu metne katacağım pek bir şey yok. O yüzden damıtılmış bilgi hazinesi niteliğindeki bu bilgi notunu sizinle aynen paylaşmak istedim.

Dış borçlanmanın evreleri

“Bugünün hikayesini, bugün olanların dışarıdan gelen bir saldırıdan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlayabilmek için geçmişe gitmek lazım.

Hikayemiz 1854 yılında, Osmanlı döneminde alınan ilk dış borçla başlar. Sonrası 1881 yılında kurulan Duyun-u Umumiye’dir.

Lozan’da borçlar ve kapitülasyonlar, çözümü en zor konular olmuştur. Ardından Cumhuriyetimizin kurucuları, siyasi ve sosyal maliyetlerini savaş alanlarında yaşayarak gördükleri için dış borç almamışlardır.

Hikayemizin ikinci evresinde, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Marshall yardımı ile başlayan dış borçlanma hızla çoğalmıştır.

Üçüncü evrede, 1980 yılında dış ticaret, 1989 yılında kambiyo rejimi serbestleştirilmiştir. Bu evrede önce 1994, ardından 2001 krizleri yaşanır. Krizlerin nedeni aşırı dış borçlanma ve dışarıdan gelen döviz şoklarıdır. Şoklar önce finansal sektörü ardından kamu sektörünü vurur.

İşler değişiyor

2008 küresel krizini izleyen son evrede işler biraz değişir.

İktidarın devam edebilmesini ekonomik büyümeye bağlayan yapı, küresel krizin etkisini atlatabilmek için değişik bir yöntem dener. Dünyada bollaşan dövizi Türkiye’ye çekebilmek için, 2009 yılının haziran ayında 32 sayılı kambiyo rejimi değiştirilir. Artık döviz geliri olmayan şirketlerin de dövizle borçlanmasının önü açılmıştır.

Böylelikle, şirketler 2010 yılında 15 milyar dolar civarında enerji özelleştirmesi için, 2013 yılında da 25 milyar dolarlık Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) yatırımları için, ağırlıklı olarak içerideki bankalardan borçlandılar.

Bu şirketlerin gelirleri TL, borçları dolar veya eurodur. Bunu diğer şirketler de izledi ve şirketlerin döviz açık pozisyonu 225 milyar dolara kadar çıktı.

Yanı sıra 2008 sonrasında Kredi Garanti Fonu (KGF) devreye sokuldu. KGF’nin verdiği Hazine kefaleti önce 50 milyar liraya, ardından 330 milyar liraya kadar yükseltildi.

Ve rahip krizi

Her güzel günün bir akşamı olduğu gibi, bu hikayenin sonu da gelmişti. 2018 yalındaki rahip kriziyle birlikte döviz çıkışı hızlandı. 2009 yılının başında 172 milyar dolar olan özel sektörün dış borç stoku, 2018 yılı başında 326 milyar dolara çıkmıştı. Ardından başlayan düşüşle 2020 yılının ilk çeyreğinde 253 milyar dolara geriledi. Yani, çoğunlukla döviz geliri olmayan şirketler 73 milyar dolar dış borç ödemek zorunda kaldı.

Finansal ve kamusal sıkıntılar konusunda deneyimi olan Türkiye,zorda olan şirketler için ne yapılacağı konusunda acemiydi. Bu acemiliğin yarattığı sorun, siyasi emirle faiz düşürülmek suretiyle daha da büyüdü. Yeni kredilerin eskilerinin ödenmesinde yardımcı olacağını sanıldı. Böylelikle özelleştirmeden alım yapan ya da kamu ihalesi verilen şirketlerin veya diğerlerinin döviz şoku yemesinin önüne geçilmeye çalışıldı.

Şimdi de korona...

Tam bu bilim dışı deneyim bir evreye gelmişken, dünyayı ve Türkiye’yi korona sardı. Ekonomi durdu. Faizleri daha da düşüren hükümet, bankacılık sektörüne, “Kredileri tahsil etmeyi ötele” emri verdi. Dahası kurları tutamayacağını anlayınca üstü kapalı yöntemlerle, kamu bankalarını kullanarak dövize müdahale etmeye başladı. Amaç, geliri TL, borcu dolar ve euro olan şirketlerin zora girmesine engel olmaktı. Bu yolda Merkez Bankası’nın yaklaşık 50 milyar doları, kamu bankalarının da yaklaşık 10 milyar doları harcandı.

Ancak bir süre sonra tasarruf sahipleri de tavır değiştirdi. Tasarrufu olanlar dolara, euroya yöneldi, dolarizasyon daha da arttı. Yabancıların dövize olan talebine iç talep eklenince kurlar durmadı. Aldı başını gidiyor.

Amaçlarını döviz borçlusu şirketlere destek vermek olarak gösteren karar alıcılar, aslında sıcak paracılara yardımcı oldu. Milyarlarca dolarlık hisse senedi ve devlet iç borçlanma senedi (DİBS) satan yabancılar, sattıkları TL varlıkların getirisini dövize çevirirken zarar etmediler. Mutlu ve bahtiyar bir şekilde paracıklarını yurt dışına çıkardılar.

Buna karşılık yeteri kadar döviz geliri olmayan ve cari açık veren Türkiye, sıcak paracıların ucuz döviz bulabilmesi için dışarıdan döviz borçlanmak zorunda kaldı. Ve kalmaya devam ediyor.

Umarım ve dilerim ki; Duyun-u Umumiye ve Lozan deneyimlerini yaşayan Türkiye, ucuz ve yeterli dış borçlanmanın önünü açmak için, siyasi tavizler vermek zorunda kalmaz.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar