İstanbul’da iken bile İstanbul’u özlüyorum
Ferzan Özpetek’in ‘Şahane Misafir’ini tiyatroda oynayan Serra Yılmaz’ın İtalya’daki tiyatro oyunları hep kapalı gişe… Floransa’daki turnenin son günü seyirciyle gözyaşı içinde buluşan ünlü oyuncu ile tiyatro, yaşadığı şehirler, kadın olmak ve yemek üzerine: “Talep olduğu takdirde tek kişilik bir oyun projem var. Ama Türkiye’de oyunculuk şimdilik düşünmüyorum. Bir aylık oyun olursa o başka…”
Oyuncu Serra Yılmaz, tiyatroya uyarlanan Ferzan Özpetek’in 2012 tarihli sinema filmi ‘Şahane Misafir’ oyunuyla İtalya turnesinde.
19 yıldan beri İtalya’da sahneye çıkan Serra Yılmaz, Floransa’daki turnenin son günü, seyircilere göz yaşları içinde veda eden fotoğrafı sosyal medyaya düşünce merak ettim. Whatsapp üzerinden tatlı tatlı sohbet ettik. Hatta ben konuşurken kaydı beceremeyince Serra Yılmaz imdadıma yetişti ve kayıt alarak bana gönderdi…
Ferzan Özpetek’in ‘Şahane Misafir’ini oynadığını Floransa’da sahnede göz yaşları içinde seyirciye veda ediyorsun. Tiyatro turu Catania, San Remo, Cenova, Napoli gibi yerlerde devam edecek. Biraz da memleketin olan Floransa’daki veda çok özel gibi. Neden?
haber-fzmq.jpg" alt="" width="615" height="426" />
Floransa’daki tiyatro çok özel. İtalya ülke olarak çok güzel tiyatrolarla dolu. Kimi zaman küçük bir kasabada mücevher gibi bir İtalyan tipi bir tiyatro çıkabilir karşınıza. Floransa’da 5 gün oynadığımız, tarihi 17. yüzyıla dayanan La Pergola Tiyatrosu ülkenin en güzel tiyatrolarından biri. İtalyanların Sarah Bernhardt’ı diye bilinen Eleonara Duse’nin soyunma odası, sahnenin altında çok eski mekanizmalar duruyor, tiyatro müzesi var. Duse’nin giyinme odasını kullandığım bu tiyatro salonu eşsiz ve bizim için çok anlamlı bir yer. Ama diğer yandan Floransa seyircisi çok iyi tepki veren bir seyirci. Alkışı cömert, en küçük espriyi bile kaçırmaz. Dolayısıyla böyle bir seyirci karşısında oynamak daima hoşumuza gidiyor.
Tabii Ferzan faktörü de var değil mi?
Evet. Ferzan’ın çok önemli bir hayran kitlesi var. Ne yaparsa anında seyreden, kitabı çıkarsa anında satın alan bir hayran kitlesi. Bu oyununu kapalı gişe oynadık. La Pergola Tiyatrosu biliyor ki oyun 5 gün değil 10 gün kalsa biletler hep tükenecek. Turne olunca tiyatro yönetimleri uzatmıyor. Gözyaşlarıma dönersem, Floransa’da oturan bir oyuncu olarak seyirciye selam verip bir veda edeyim dedim. “Bugün son oyunumuz” derken kendim duygulandım. Tüm oyuncular da öyle. Hepimizin gözleri yaşardı. Duygusal bir veda oldu.
Ferzan Özpetek’in vazgeçemediği oyuncuların başında geliyorsun. Hatta yabancı bir dergide senden ‘Özpetek’in kült oyuncusu’ diye söz edildiğini okumuştum. Gerçekten öyle mi?
Burada ‘kült oyuncudan’ ziyade ‘muse’ yani “ilham perisi” diyorlar. Bence tüm bu tanımlar abartılı. Tabii ki birlikte çalışmayı seviyoruz. Ama bir de şu var: Ferzan herhangi bir şey yaptığında seyirci de Serra Yılmaz da olsun diye bir beklenti var. Mesela bir iş yapıyor, ben yokum. Seyirciler bana “Ama bu filmde yoksun olmaz” diye yazıyorlar. Ferzan beni daima oynatacak diye bir şey yok. Bu bir mahkûmiyet değil ki, her filminde beni bir yere sıkıştırsın. Bana uygun bir şey olursa tabii ki beni oynatacak. Bir de ‘kült oyuncu’ filan gibi tanımlar hiçbir zaman oyuncunun avantajına değil. Çünkü bir yönetmenin kült oyuncusu olduğunda bir sürü başka yönetmenler seninle çalışmak istemiyor. Neticede kısıtlayıcı bir şey. O nedenle kült filan beni ilgilendirmiyor. Beni sadece yaptığımız işler ilgilendiriyor.
MAVİ SAÇLI KADIN SANCHO
‘Don Kişot’ oyununda seni Sancho Panza rolünde izlemeyi çok isterdim. Bu rol ile ilgili ne söyleyebilirsin? Çünkü Sancho Panza’yı bir kadının oyuncunun üstlenmesi oldukça ilginç.
Prodüktör Marco Balsamo Cervantes’in ünlü eserine sahneye koymayı planlarken “Sancho Panza için ikon bir isim bulalım” diye düşünmüş. Aklına ben gelmişim. Baktım Don Kişot rolündeki Alessio Bossi’den bir mesaj geldi. Zira tanışıklığımız var. Görüşmek istedi ve Roma’da buluştuk. Rolü teklif edince hemen kabul ettim. Çünkü Sancho Panza’yı oynamak çok cazipti. Tüm provalar boyunca dedim ki “acaba daha erkeksi bir şey yapayım mı? Saçımı filan boyayım”. Ancak prodüktör Marco Balsamo “Hayır. Mavi saçla oynayacak çünkü ikonların saçlarına boyamalarına gerek yok” diye karşı çıktı. Neticede Don Kişot oyununda da ‘Şahane Misafir’ oyununda da mavi saçlarımla oynadım. Çok keyifliydi. Daha ağır bir işti. Onunla karşılaştırdığımda ‘Şahane Misafir’ çok hafif, bir gezinti.
‘Don Kişot’u bayağı uzun oynadınız sanırım?
Dört yıl oynadık. Bütün İtalya’yı gezdik. Gitmediğimiz kasaba kalmadı. 300’e yakın oyun oynadık. Seyirci beklentimin üzerinde çok iyiydi. Kapalı gişe oynadık bunu oyunu da aynen şimdiki oyun gibi. İtalya’daki oyunlarım hep kapalı gişe şükür. ‘Son Harem’, ‘Baba ve Piç’, bu ikisi hepsi kapalı gişe oynadı.
Bir süredir Floransa’da yaşıyorsun. Ama anılarının olduğu İstanbul’a da tutkuyla bağlısın. İki şehirde en sevdiklerini say desem?
Ben hiçbir zaman tek evli olamıyorum. Paris’ te yaşadığım zaman İstanbul’daki evim duruyor. Biraz Paris, biraz İstanbul. Floransa’daki düzenim çok yerleşik artık çünkü yılın çoğunluğunu burada geçiriyorum. Ama İstanbul yine duruyor olduğu gibi. İşim biter bitmez yine İstanbul’a gidiyorum. Çok fazla tek bir yere bağlı olmayı sevmiyorum. Floransa’ya çok bağlıyım. İtalya’da oturmayı düşündüğüm andan itibaren tercih ettiğim şehir oldu. İtalya’da tanıdığım ilk şehir. Dolayısıyla bana ev duygusu veriyor. İstanbul’dan komşumuz, ikinci ailem dediğim İtalyan bir aile burada yaşıyor. Zaten İtalyancayı da onlarla öğrendim. Floransa’da yaşamak güzel. 400 bin nüfuslu, düzenli, mücevher gibi minicik bir şehir. Hizmetleri diğer şehirlere göre daha iyi. Sokağım yıkanıyor, çöpüm alınıyor. Roma öyle değil mesela. Tabii ki İstanbul’a bağlıyım. Doğduğum büyüdüğüm şehir. Ama İstanbul’da iken bile İstanbul’u özlüyorum. Çünkü benim İstanbul’um artık yok. Mario Levi’nin anlattığı, benim de çocukluğumun bir parçası olan köşkler, bahçeler artık yok. İstanbul katledildi. Ölüler sayesinde bir parça yeşillik var. Geri kalanı beton üstüne beton. O doğa bir gün bizden öcünü alacak. İstanbul’a geldiğimde Boğaz’a bakınca bayılıyorum tabii ki, Adalarda olmayı seviyorum. Ama bunca güzellikten buraya varmamız korkunç.
On parmağında on marifet var. Tiyatro, sinema, simültane çevirmen, yönetmen... Bunlar aklımda kalanlar. Hepsinin altından rahatlıkla kalkıyorsun ama sana en yakın olanı hangisi?
Baştan itibaren amacım oyuncu olmaktı. Bunu sürdürmek için ek gelir getirecek bir sürü ek iş yaptım. Çevirmenlik bir ek işti. Mutfak tutkum nedeniyle yaptığım TV programı ‘Temel İçgüdü’ de öyle. Sevdiğim alanlarda kendime sağladığım ek gelirlerdi hepsi. Oyunculuğum beni yaşatacak düzeye getirinceye kadar yaptım hepsini. Şu anda İtalya’da yaşıyorsam oyunculuğum sayesinde. “Türkiye’de oyunculuk kariyerine devam edecek misin, oyunculuk yapacak mısın” diye soruyorlar. Hayır şimdilik düşünmüyorum çünkü oradaki kazancımla ayakta durmam mümkün değil. Ancak mesela bir ay oynayacağım bir oyun olursa isterim elbette. Talep olduğu takdirde tek kişilik oyun bir projem de var. Bir ay oynar, dönerim.
TÜRKİYE’DE KADIN ŞEFLERİ İZLİYORUM
Senden “uluslararası gurme” olarak söz ediliyor. Bu kadar iş yoğunluğu arasında mutfakta istediğin kadar vakit geçiriyor musun?
Daima yemeğe meraklı biri oldum. Birincisi yemek yemeyi sevdiğim için. İkincisi iyi yemek yapılan ve yenilen bir evde büyüdüğüm için. İtalyan ailemde baba İtalyan, anne Fransızdı. Ciddi bir yemek kültü vardı. Onlardan da bir süre İtalyan ve Fransız yemekleri öğrendim. Böylece bir karışım oluştu.
Son yıllarda Türkiye’de şef lokantalarının sayısı artışta. Geldiğinde deniyor musun?
Türkiye’de gurmelik anlamında çok iyi bir gelişme var. Hele kadın şeflerimiz harika. Seraf’ın şefi Sinem Özler, Hodan’da Çiğdem Seferoğlu, Araka’nın şefi Pınar Taşdemir beğendiklerim arasında. Kadın şeflerin olduğu bir sürü güzel lokanta var. Elimden geldiğince gidip denemeye çalışıyorum.
Serra son soru... Feminist sayılır mısın?
Evet kendimi feminist sayarım. Kadınların mücadelesi bitebilecek bir mücadele değil. Umarım günün birinde biter. 8 Mart’a filan da ihtiyaç kalmaz. Ancak bugün kadınların önünde kat edecek o kadar uzun bir yol var ki. Şu anda dünyaya hakim olan kültür yardımcı olmaya müsait değil.
Shirin’in öfkesi
Dirimart’taki siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan sergisi ‘Öfke’de, kadim İran uygarlığının ve kültürünün izlerini taşıyan sanatıyla devleşen bir sanatçı, Shirin Neshat…
Fotoğrafçı, sinemacı ve video sanatçısı, Shirin Neshat çok beğendiğim, yakından takip ettiğim bir sanatçı. Contemporary İstanbul olsun, çalıştığı galeri Dirimart olsun ilk fırsatta çok sevdiği İstanbul’da işlerini sergileyen İranlı Shirin Neshat ile geçen hafta açılan ‘Öfke’ sergisi’nde tanıştık.
Çift kanallı video yerleştirmesiyle siyah-beyaz fotolardan oluşan, 2022 yılında ürettiği ‘Öfke’ Sergisi’ni onun ağzından dinledik.
17 yaşında, İslam Devrimi’nden birkaç yıl önce sanat eğitimi için Kaliforniya Üniversitesi’ne giden Neshat halen New York’ta yaşıyor ve çalışıyor.
Kleopatravari sürme gözlü, yumuşak sesli, küçücük bir kadın Neshat.
Hemen hemen her eserinde kadim İran uygarlığının ve kültürünün izlerini taşıyan sanatıyla devleşiyor.
İran’daki feminist hareketten ilham alarak 2022 yılında ürettiği Dirimart’taki video işinde, gözleri aynen sanatçının kendisi gibi sürmeli güzel kadınlar ve cezaevinde tecavüze uğrayanlar siyasi tutuklular var.
Shirin Neshat “Kadın olarak bedenlerimizi hem seviyoruz, hem erkek baskısı ve bakışı nedeniyle ondan utanıyoruz” diyor.
“Erkekler sadece İran’da değil her ülkede iktidarlarını, güçlerini kadını ezmek, baskı altında tutmak için kullanıyorlar” diye ekliyor.
Siyah beyaz fotoğraflarında ise bedenleri istismarın, sakatlanmanın fiziksel izlerini taşıyan kadın portrelerinde İranlı ünlü şair Furuğ Ferruhzad’in şiir dizileri pirinç taneleri gibi işlenmiş.