İsrail’deki olaylardan alınacak dersler
İsrail’e ilk kez 2009’da gitmiştim. Binyamin Netanyahu aynı sene ikinci kez başbakan olmuştu. O zaman 1 TL = 2,5 şekeldi. İsrail’e gidince kendimizi zengin hissediyorduk. On dört yıl sonra bugün 1 şekel = 6 TL. Bazı ufak değişiklikler olsa da genel olarak, Türkiye ve İsrail o zamandan beri aynı politikacılar tarafından yönetiliyor. Bugün Türkiye’de gençler üzgün ve hayal kırıklığı içinde. İsrail’deyse bir kısım gençler sinirli ve sokakta. Bu hafta sokağa dökülen milyonlar, Netanyahu’nun “yargı reformu” adı altında istediği yargıçları yüksek mahkemeye atamasını mümkün kılacak bir yasal değişikliği durdurmayı başararak istediklerini bir süreliğine de olsa aldı. İsrail bu noktaya nasıl geldi ve bu hikâyeden ne ders çıkarabiliriz?
İsrailli arkadaşlarımın yaptığı bir şaka var: İsrail’de nüfusun üçte biri çalışır, üçte biri vergi verir, üçte biri de askere gider; ama bunların hepsi aynı üçte birdir! İsrail’de toplum parçalanmış durumda. Bir tarafta seküler İsrailliler var. Bunların çoğu teknoloji işlerinde, hukuk gibi teknolojiye destek veren iş kollarında veya teknoloji işinde çalışanların harcamalarına dayalı gelişen hizmet sektörlerinde çalışıyor. İsrail’de teknoloji işlerine 2009’dan beri 220 milyar dolar yatırım gelmiş. Mukayese etmek gerekirse milli geliri İsrail’in iki, nüfusu ise 9 katı olan Türkiye’ye aynı sürede 10-15 milyar dolar yatırım geldi. Bu kadar çok para bir anda ülkeye akınca, yukarıda anlattığım gibi İsrail şekelinin aşırı değerlenmesine de şaşmamak lazım. Tel Aviv, dünyanın en pahalı şehirleri listesinde artık hep ilk beşte. Seküler İsrailliler, dünyada teknoloji işinin patladığı 2010’larda en üretken, en çok kazanan ve en hızlı küreselleşen grup oldu. Zaten bu grubun 750 bini de İsrail dışında yaşıyor.
İsrailli sekülerler, iklim değişikliğini durduracak teknolojileri ya da eşcinsel evliliğini tartışadursun, bakalım toplumun kalanı ne yapıyor? İsrail’de nüfusun yaklaşık %20’si İsrailli Araplardan oluşuyor. Araplar askere alınmıyor. Bu ve tarihsel birçok nedenle, yıllardır ana akım ekonominin dışında kalmışlardı. Ancak son yıllarda Araplar iyi üniversitelere gidiyor ve iş hayatında da yükseliyor. Hatta kökleri Müslüman Kardeşler’e dayanan bir Arap partisi (Ra’am) bir önceki hükümette koalisyon ortağı dahi olmuştu.
Bir de dindar İsrailliler var (Harediler veya ultra Ortodoks Yahudiler). İsrail’i kuranlar, çoğunlukla solcu ve Avrupa’dan gelen Yahudilerdi. Ancak İsrail’in kurucusu David Ben-Gurion, o zaman sayıları çok az olan Harediler’e bir dizi imtiyaz vermişti. Bu imtiyazlar bugün dahi devam ediyor. Örneğin, dindar Haredi erkekleri 40 küsur yaşına kadar dini tahsil görüyor. Bu nedenle hem askerlik hizmetinden muaf tutuluyor hem de o yaşa kadar geçinmek için devletten para alıyor. Ben-Gurion bu ayrıcalıkları verirken Harediler’in ne kadar çok üreyeceğini (ve sekülerlerin ne kadar az üreyeceğini) öngörememiş olmalı. Yapılan projeksiyonlara göre bu dindar Yahudiler 2050’de nüfusun üçte birini oluşturacak. Şu an Harediler İsrail’deki vergilerin %2’sini ödüyor. Buna karşılık Haredi hanelerinin %26’sının ana gelir kaynağı devlet yardımları. Zaten Harediler’in yarısı, İsrail yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu hanelerin %70’inde eve ekmek getirenler ise kadınlar. Kadınları çalıştığı için, erkeklerinin ise niyetleri olmadığından, iyi eğitim alamayan bu grup, bilgiye dayalı gelişen İsrail ekonomisinde gittikçe marjinalleşiyor. Bu arada, Batı Şeria’daki İsrailli yerleşimcilerin %90’ı Haredi. Daha önce söylediğim gibi Harediler askere gitmediği için bu yerleşimcileri de seküler İsrailli askerler koruyor.
İsrail’deki seçim sistemi dünyanın en adaletli seçim sistemlerinden biri. Yüksek barajlarmış, D’hont sistemiymiş, öyle büyük partileri kayıran, yönetimde istikrarı güçlendiren unsurlar yok. Hal böyle olunca birçok marjinal parti parlamentoda temsil edilip, yeri geldiğinde koalisyonların kurulmasında anahtar olabiliyor. Yıllarca Haredi seçmene dayanan partiler de böylece siyasi gücünü giderek artırdı. Şimdi de demografik dönüşümün etkisiyle Netanyahu’nun son kabinesinin ana unsuru oldular. Mesela iç güvenlik bakanı Itamar Ben-Gvir daha önce topladığı 50 Sudanlıyı yüzme havuzuna götürüp, yüzerken videoya alıp “bakın bunlara da insan hakkı verirseniz beyazlar gibi davranırlar” diyen bir adam.
Tüm bunlardan ne çıkarmalıyız? Birinci olarak, bir ülke teknoloji işlerinde ne kadar başarılı olsa da bu başarı ülkenin tamamına yayılmıyorsa mutluluk getirmiyor. İkinci olarak, çoğulcu demokratik bir toplum olmak ile farklılıkları abartıp toplumun tamamen çözülmesine yol açmak farklı şeyler. Demokrasinin çalışması için yine de bazı ortak paydalara ihtiyaç var. Üçüncüsü, azınlıklar, belirleyici rol oynadıkları siyasal sistemlerde toplumdaki farklılıkları derinleştirici rol oynayabiliyor. Sanki bizim ittifak sisteminde de iş buraya gidiyor. Dikkatli olmak lazım. Ancak yine de halimize şükredelim.