İslam ülkeleri çözülüyor
İslam ülkelerin bu durumda olmasının en önemli nedeni, Türkiye (!) dışında nerede ise tamamında demokrasinin adının dahi geçmemesi.
Türkiye nüfusunun önemli bir kısmı Müslüman. Ülkemiz 18 yıldır İslami kuralları referans alan bir parti tarafından idare ediliyor. Bu iki olgu geçtiğimiz son yirmi yılda Türkiye’nin dış politikasının çizgisini de belirledi. Filistin, Somali, Afganistan, Irak ve Suriye, Türkiye için hep önemli oldu. Suriye için öyle bir politika izlendi ki, ülkemiz nüfusunun nerede ise yüzde 8-10’una denk gelen bir sığınmacı-mülteci Türkiye’yi mesken tuttu. Şimdi hükümet Libya’ya müdahale etme arayışında. Dolayısıyla gelişmelere göre Türkiye yeni bir göç kapısı daha açmak zorunda kalabilir.
Türkiye yeni bir göç kapısı açabilir
Halbuki Türkiye son verilere göre dünyada en fazla sığınmacı kabul eden ülke konumunda. Rakamlar çelişkili olmakla birlikte sığınmacı sayısının 5-8 milyon kişi arasında olduğu ifade ediliyor. Geçen hafta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Türkiye›de 450 binin üzerinde Suriyeli çocuğun doğduğunu açıkladı. Yani artık ülkemize sığınan olmasa bile her yıl ortalama 100 bin sığınmacı çocuğu Türkiye’de doğacak.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre dünya üzerindeki sığınmacı ve mültecilerin üçte ikisi beş ülkeden geliyor. Sığınmacıların 6.7 milyonu Suriye, 2.7 milyonu Afganistan, 2.3 milyonu Güney Sudan, 1.1 milyonu Myanmar ve 900 bini Somali kökenli. Yine bu verilere göre 2018 yılı itibarıyla Türkiye 3.7 milyon kayıtlı sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Türkiye’nin ardından en fazla sığınmacı kabul eden ülkeler ise Pakistan (1.4 milyon), Uganda (1.2 milyon), Sudan (1.1 milyon) ve Almanya (1.1 milyon)
İnsanlar neden başka ülkelere sığınır? Sığınmacıların ve mültecilerin önemli kısmı neden İslam ülkelerinden, özellikle de Arap ülkelerinden geliyor? Sıralayalım:
• Ülkede silahlı çatışma olması,
• Ekonomik koşulların kötü olması,
• Ülkelerin demokratik kimlik taşımamaları.
İslam İşbirliği Teşkilatına üye 57 İslam ülkesi var. Örgütün ekonomik ve sosyal araştırmalar merkezi (SESRIC) her yıl ekonomik görünüm raporu yayınlıyor. 2018 tarihli son rapora göre bu ülkelerin dünya GSYH’si içindeki payı yüzde 15.3, buna karşılık İslam ülkeleri dünya nüfusunun yüzde 23’ünü oluşturuyor. İslam ülkeleri için bu iki veriye bile bakarak fakir ülkeler denebilir. Ancak bu çok doğru bir saptama olmaz. Çünkü bu ülkeler içinde kişi başı GSYH’si dünyanın en önde giden (Kuveyt, Katar gibi) ülkeleri yer alırken diğer tarafta da en yoksul ülkeler içinde yer alan İslam ülkeleri de (Yemen, Bangladeş, Somali, Sudan gibi) bulunuyor.
İslam ülkelerin bu durumda olmasının en önemli nedeni, Türkiye (!) dışında nerede ise tamamından demokrasinin adının dahi geçmemesi. Bu ülkelerde halkın ülkelerine, yöneticilerine, din adamlarına güveni hızla azalmakta. Geçen hafta The Economist Dergisi, Arabic Barometer’in bu konuya ilişkin veriler yayınladı. Sonuçlar oldukça ilginçti, sizin için ben tablo haline getirdim.
Tablo bize şunu söylüyor; son 7 yıl da İslamcı partiler, din adamları halka öyle dayatmalarda bulundular ki, halk bırakın bu partilere güvenmeyi artık dinden kaçmaya başladı. Nitekim Irak da halen devam eden gösterilerde göstericiler “dine hayır” diye bağırırken, Lübnan’daki gösterilerde “ne İslam, ne Hristiyanlık” sloganları attılar.
İslam ülkeleri kendini hesaba çekmeli
İslam ülkelerinin yöneticileri genellikle yaşadıkları sorunların nedeni olarak hep dış güçleri gösterirler. Halk da buna inanır. Ancak şu soruyu çoğu zaman sormaz “bu dış güçlerin işbirlikçileri kim, kimler”, yanıt basit kendi yöneticileri (kralları, sultanları, devlet başkanları).
Bundan dolayı da geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu saptaması önemli. Erdoğan dedi ki: “İslam ülkeleri, sorunları için başkalarını suçlamayı bırakıp kendini hesaba çekmeli”.
Biz de saptamaya küçük bir ekleme yapalım. “Aynı sorgulamaya Türkiye’de girmeli”.