İşi daha fazla zorlaştırmayın
Türkiye’de sanıldığının aksine Yeşil Yeni Mutabakat (YYM) vadesi belirsiz bir geleceğe değil bugüne ait bir mesele. Hemen şimdi. Neden? Gayet basit bir nedenle: COVID-19 krizinden çıkış yolu stratejisi YYM. Acil.
Çatıya bir güneş paneli koyup bu işten sıyrılmak mümkün değil
Virüs sonrasına, bildiğimiz dünyada, odaklanmış kamu harcama programları ile düzenli bir geçiş planlanıyor. YYM işte tam da bu. Karbon emisyonları ile büyüme arasındaki bağı ortadan kaldıran yeni teknolojileri zaten biliyor ama yoğun sabit sermaye yatırımları gereği nedeniyle erteliyorduk.
COVID-19 ile birlikte gelen düşük faiz ortamı, sermaye yoğun iktisadi transformasyonu mümkün hale getirdi. Bildiğimiz dünyanın en zengin pazarlarını kapsayan yeni bir ticaret ve yatırım bölgesi şekilleniyor. Avrupa Birliği’nin “55’e Uyum Paketi” bu amaçla ithal malları için sınırda karbon vergisini getirdi.
Şimdi tedarik zincirlerinde karbon emisyonu kontrolü için şirketlerin azami özeni göstermesine ilişkin yasalar ve ürün standartlarına ilişkin çalışmalar, hadisenin kapsamını pek güzel gösteriyor. Çatıya bir güneş paneli koyup bu işten sıyrılmak mümkün değil.
Yeşil Yeni Mutabakat kapsamlı bir geçiş stratejisi gerektiriyor
COVID-19 krizi daha sona ermedi. Küresel tedarik zincirlerinde gördüğümüz problemler, hammadde ve gıda fiyatlarındaki artışlar hem COVID-19 ile hem de YYM ile yakından alakalı. Dünyanın bir tarafı diğer tarafından daha hızlı toparlanıyor. Neden?
Öncelikle aşılama performansından. Aşıya erişimin daha kolay olduğu yerler daha hızlı toparlanırken diğer tarafl ar daha yavaş toparlanıyor. Bu bir.
İkincisi, daha hızlı toparlanan bölgelerin hammadde ve gıda maddesi ihtiyaçlarına daha yavaş toparlanan bölgeler hızlı bir biçimde cevap veremiyor. Bu iki.
Üçüncüsü, hidrokarbon üreticileri üretim kotalarını COVID-19 sonrası toparlanmaya paralel bir hızla artırmayı siyasi nedenlerle kabul etmiyorlar. Burada hem yüksek fiyatlarla portföy boşaltma isteği hem de mesela Rusya’nın KuzeyAkım- 2 projesi ile ilgili talepleri bir rol oynuyor. Bu üç.
Dördüncüsü, hidrokarbon yatırımlarının Yeşil Mutabakat’a dayalı olarak bir biçimde aniden durması da teknik olarak artan ihtiyacın karşılanamamasına yol açmış olabilir. Hidrokarbon lobisinin düşünce kuruluşu olan Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporu bu ani duruşa ne kadar katkıda bulundu bakmak lazım. Bu da dört.
Beşincisi ise hem COVID-19 krizi hem de yerel siyasi nedenler bazı ülkelere göçmen girişini yavaşlattı. Bu durum mevcut asimetrik toparlanma sürecini ayrıca olumsuz etkiliyor.
Şimdi bu ne demek? COVID- 19’dan çıkış sürecini küresel işbirliği içinde karşılıklı konuşarak daha dikkatli planlamak gerekiyor. Bu ilk tespit.
Ayrıca COVID-19 sonrası YYM’ye dayalı toparlanmanın içerdiği geçiş sürecinin yine hidrokarbon çözümlerine dayalı olacağını ama karbon ve su ayak izini azaltmanın temel öncelik olduğunu hiç unutmamak lazım. Yeni teknolojilere tedrici geçiş stratejisi gereği ikinci temel tespit olsun.
Türkiye neden kendi işini kendisi zorlaştırıyor?
Bilmem. Hiç alışık olmadığımız bu geçiş sürecinin her an her şeyin iyiye gideceği ve hep olumlu senaryoya bağlı kalacağımız varsayımına asla dayandırmamamız gerekiyor. Hatırlayın 2020’de COVID-19’un daha başında, Şubat ayında, “virüs işinin Haziran’da biteceği” varsayımına dayalı rezerv yönetimi politikasının ne kadar hatalı olduğunu bugünlerde daha iyi anlıyoruz. Eksi rezervle vaziyeti nasıl idare edeceğimizi kara kara düşünürken. Bu da üçüncü tespit.
Şimdi YYM ile COVID-19 sonrasına geçişi planlarken işi zorlaştırmamanın, kolaylaştırmanın esas olması gerekiyor. Yok ama biz öyle yapmıyoruz. Ne yapıyoruz? İşi kendimiz için zorlaştırıyoruz.
Sermaye yoğun bir büyüme sürecine hazırlanmamız gerekirken, finansman gereğini düşünerek, CDS risk primini düşürecek politikalara odaklanmamız ve doğrudan yabancı yatırımları 2001’den beri ilk kez negatife çeviren nedene odaklanmamız lazım. Ama biz işi hem yerli hem de yabancı yatırımcılar için kolaylaştıracağımıza daha da zorlaştırıyoruz.
Doğrusu ben Merkez Bankası’nın ucu belli olmayan faiz indirim kararını teknik değil siyasi buluyor ve son derece riskli görüyorum. Neden? Bu kadar iş arasında bir de ödemeler dengesi krizi ile uğraşmak işi zorlaştırmak değilse, nedir? İşi daha fazla zorlaştırmayın, kardeşim.
Hele Almanya’dan Amerika ve Fransa’ya tam on büyükelçiyi “persona non grata” ilan etmek, nedir? Pek akıllıca değildir. Kendi ayağımıza pranga vurmaktır. Kendi işimizi kendi kararlarımızla zorlaştırmaktır. Türkiye’nin beka meselelerine odaklanmak isteyenin nereye bakması gerektiği artık ayan beyan ortadadır.
Türk Lirası'nın yerlerde sürünmesi ihracatta mucize yarattı mı?
Hayır Peki, bu düşen faizle, lira biraz daha yerlerde sürünürse bu durum ihracat performansımızı daha mı iyi yapar? Hayır. Ortada yapılmışı var. Reel kurun tarihsel olarak en çok değer kaybettiği noktadayız. Türkiye’nin ihracatı arttı mı? Arttı. 2021 yılının ilk dokuz ayında 2019 yılının ilk dokuz ayına göre ihracatımız yüzde 21,2 arttı. Doğru.
Banka bilançolarımız problemli, şirketlerimiz çok borçlu, kuraklık nedeniyle hidroelektrik santraller devre dışı iken Türk sanayii zor bir işi başardı. Gelen ihracat taleplerini karşıladı. Bu elbette pozitif.
Aman dikkat: Miki Maus iktisatçıları iş başında
Peki, bu Çin’in yerini Türkiye alıyor, tedarik zincirleri kısalıyor diye mi oldu? Hayır. 2019 yılının ilk altı ayı ile 2021 yılının ilk altı ayını kıyaslarsanız, Türkiye’nin ihracat artışı yüzde 19 civarında. Aynı dönemde Çin’in ihracat artışı yüzde 30’dan daha fazla. Dikkatinizi çekerim. Nedir? Çin ihracat konusunda aynı dönemde Türkiye’den daha iyi bir performans sergiledi. Yalnızca Çin’de değil, grafi ğe bakarsanız, Endonezya, Vietnam, Polonya, Şili ve daha başkaları Türkiye’den daha iyi bir performans sergiledi. Türkiye’de iyi performans gösterenler kırmızı ile işaretli, bu arada. Neymiş? “Reel kur avantajı” değil, hızlı toparlanma gücü önemli bu dönemde. Devamı? Tedarik zincirlerini taşıyacak yabancı yatırımlara bağlı. Halen negatifteyiz. Not edeyim.
Türkiye’nin ihracatı daha yüksek teknolojili ürünlere doğru yapısal bir değişim geçirdi mi? Hayır. Tam tersine. Yüksek ve orta teknolojili ürünlerin toplam ihracatımızdaki payı 2019’daki yüzde 40,5’ten, 2021’de 38,2’ye doğru azıcık geriledi esasen. Neymiş? Abartmamakta fayda varmış. Türk lirası eriyince, Türkiye, ekonomide yapısal bir değişim içine girip ihracatla büyüyen bir ülke haline fi lan gelivermedi. İthalat pahalılaşınca ortada somut bir sanayi politikası çerçevesi olmadan, şirketlerin kendi kendilerine ithal ikamesine yöneleceklerine inanmak pek akıl karı değil şimdiden söylemiş olayım. İthal ikamesi olmaz diye değil, fi yata bakıp kendi kendine olmaz diye.
Peki, şimdi ne yapmak lazım? Önce Miki Maus iktisadını bir kenara bırakmak lazım. İktisat politikası söz konusu olduğunda bir tek hemen akla gelen ilk olumlu etkiye takılıp kalmak ve her şeyin hep iyiye gideceğini düşünmek akıllıca değil. COVID-19 sonrasına geçiş süreci ve YYM zaten yeterince zor, işleri daha da zorlaştırmayın, lütfen.