İş mülakatları
Çok sayıda okur sahibi olmak arzusuyla işletmecilik konusunda yazı yazıyoruz. Çok sayıda okur sahibi olunca ne olacak? Pek bir şey olmayacak ama işletmeciliğin bir kolu olan pazarlama ‘ne kadar çok müşteri o kadar iyi’ diyor. Eğer hedef okur sayısı ise devamlı işverenlere hitaben yazı yazmak yerine arada sırada da iş arayanlara hitap etmek mantıklı olur. Neticede, hele günümüzde, iş arayanlar işverenlerden kat ve kat fazla. Her ne kadar gazeteniz görünümde daha çok işverenlere hitap ediyormuş gibiyse de bence iş arayanların da yararlanabileceği iyi bir kaynak olma özelliği de var.
Neyse, bugün iş arayanlara bir faydası dokunur diye iş mülakatları konusuna değinmek istiyorum. Ancak önerilere işverenlerden başlamak daha akıllı olacak çünkü iş arayanlar işverenlerin ne düşündüklerini bilirlerse mülakat performanslarını ona göre ayarlarlar diye düşünüyorum. Bu konuda sizlerle daha önce de paylaştığım üç tavsiyeyi tekrarlayacağım:
1. Adayları değerlendirirken klişe tiplemelerden vaz geçin
2. Bilgi-Beceri-Tutum üçlüsünü bir paket halinde değerlendirin
3. Özgeçmişlerle ve referanslarla yetinmeyin özellikle referansları dikkatli değerlendirin ve araştırın
Uzun yıllar görev yaptığım birleşmiş milletlerin Uluslararası Ticaret Merkezi’nde (International Trade Centre ITC UNCTAD/WTO) sayısını unuttuğum kadar adayı mülakata aldım. Değerlendirme kurullarında yukarıda sizlerle paylaştığım üç ilkeyi o kadar sık tekrar etmişim ki sonunda ITC personel dairesi bunları resmileştirdi. Bu üç ilkeyi örneklerle açıklayayım.
Bir mülakat esnasında Uzak Doğu kökenli ancak İngiltere’de doğmuş büyümüş bir adayı değerlendiriyorduk. Adayın iş için müracaat ettiği dairenin başkanı, personel temsilcisi ve ben dahil diğer üç kişi paneli oluşturuyorduk. Sorular soruldu cevaplar alındı. Adaya teşekkür ettik ve uğurladık. Panel üyeleri değerlendirmelerini ve son kararlarını diğer üyelere anlattılar. Adayın müracaat ettiği dairenin başkanı ki, onun değerlendirmesinin ağırlığı doğal olarak diğer üyelere nazaran daha fazlaydı adayın işe eğitim ve tecrübe olarak mükemmel bir uyum gösterdiğini ancak kendisini öneremeyeceğini söyledi. Gerekçe olarak da adayın kendisine güveninin az olduğunu söyledi. Bunu nereden çıkardığını da “sorulara cevap verirken soru soranın gözlerinin içine bakmaktan kaçınıyordu” olarak açıkladı. Bu “does not make eye content-göz temasından kaçınıyor” eleştirisini çok duyduğum için “Bakın” dedim “Burası uluslararası bir kurum. Benim dairemde 24 ülkeden 21 kişi çalışıyor çünkü her biri bir başka ülkeden ve üçünün ikişer pasaportları var. Bazı kültürlerde konuşurken karşındakinin gözünün içine bakılmaz. Karşındakinin gözünün bebeğine bakarak konuşmak genellikle ya ‘dayılanmak’ ya da ‘asılmak’ anlamına gelir. Konuşurken, söz gelimi ben, insanın gözüne değil yüzüne bakarım. Birine haddini bildirmek veya onunla flört etmek istiyorsam gözünün içine bakarım”. Bu örnekten anlaşılacağı gibi çeşitli kültür ve alt kültürlerin vücut dilleri ve hatta kullandıkları sözcükleri öğrenilmiş klasik, çoğu kez batıdan ithal, standartlar ile değerlendirmek doğru bir iş değildir. Ben babam rahmetli olana kadar kazık kadar adamken onun önünde ayaklarımı kaldırmadım, bacak bacak üstüne atamadım. Şimdi bir aday karşımda bacak bacak üstüne attı diye onu densizlikten dışarı atsam yanlış olmaz mı? Diyerek eleştirimi tamamladım. Neticede aday yine de işe alınmadı ama en azından ondan sonraki benim de katıldığım panellerde bu tür klişe değerlendirmeler personel dairesi temsilcilerinin panelin açılış uyarları ve açıklamaları esnasında yaptıkları açıklamalar sayesinde pek yapılmadı.
Katıldığım personel seçimi mülakatlarında tekrarlamaktan bıkmadığım bir şey vardır. Her kurulda yeri gelir mutlaka “Adayları değerlendirirken adayın sahip olduğu bilgi, beceri ve tutumların değerlendirilmesi sürecinde en kolayı bilgi ve becerinin değerlendirilmesi en zoru da tutumların değerlendirilmesidir. İşverenler genellikle adayları bilgi ve becerileriyle işe alırlar ve yine genellikle tutumları dolayısıyla da kovarlar. Halbuki tutumları dolayısıyla işe alsak ve bilgi ve becerileri nedenleriyle kovsak veya işte tutsak hem biz işverenler olarak daha az masraf eder ve yoruluruz hem de düş kırklığı çekmeyiz” derim. Tutumlar malum olay, kişi ve objelere olumlu (veya olumsuz) bakış açısı sahip olmakla ilgilidir.
Önemli bir pozisyon için mülakata aldığımız adaylar arasından biri ILO’dan (International Labor Organization) çalışmış orta yaşlarda biriydi. Mülakata girdik aday son derecede sempatik, güler yüzlü, babacan tavırlı biriydi. İş istediği konuda bilgisinin olduğu ham öz geçmişinden hem de sorulara verdiği cevaplardan belliydi. Aynı konuda uluslararası platformlarda senelerce çalışmış olduğundan deneyimi konusunda da bir şüphe yoktu. Laf aramızda pozisyon da uygun bir aday bulunamadığından epeydir boş duruyordu. Neyse ben dahil jüri üyeleri adaydan olumlu bir şekilde etkilendik ve uzun lafın kısası adaya işi verdik. Kariyerimde, itiraf etmeliyim ki çok az sayıda olan, pişmanlıklarımdan biri bu karardır. Aday bir çalışanda istemediğiniz her türlü tutuma sahip biri çıktı. Söz gelimi iş disiplini, iş arkadaşlarına saygı, ekip çalışmasına katkı, talimatlara uymada titizlik gibi konularda son derecede kifayetsiz olduğu çok çabuk ortaya çıktı. Bunları nereden bilecektiniz? Diye soruyorsanız araştırıp sormadık ki bilelim!
Özgeçmişler ve sunulan referanslar adayları güzel göstermek için hazırlanır. Hiçbir özgeçmişte “Ben her girdiğim işte hır çıkardım. Onun için o kadar çok iş değiştirdim” veya “Okulu zar zor torpille bitirdim” gibi şeyler yazmaz. “Hep terfi ederek yani işlere gittim” veya “Öğretmenlerim hep sırtımı sıvazladılar” yazar. Referanslar da öyledir. Hiçbir referans “Aday salatalığın biridir” veya “Aman dokunmayın üstünüze bulaşır” yazmaz. Referanslar da adayın tanrının insanlığa bir hediyesi olduğunu kanıtlamak için yazıldıklarından “Aday lokum gibi biridir” veya “Yanınızda mutlaka bulundurmak isteyeceğiniz biridir” yazar.
University of Massachusetts de fakültenin personel komitesi başkanıydım. Boston kampüsümüze pazarlama profesörlüğü pozisyonu için bir tek aday var. Aday Virginia’dan gelecek. Virginia’daki üniversite kariyerine ara vermiş halen eyalet hükümetinde çalışıyormuş. Dekan bana “Adayı rektör istiyor. Bir bakıp onaylayın” diye alışık olmadığımız garip bir talimat verdi. Neyse Mülakat öncesi adayın öz geçmişine bakıyorum. Pazarlama konusunda öğretim üyesi adaylarının ‘yayınları’ eğer Journal of Marketing Research (JMR) veya Journal of Marketing gibi dergilerden birinde yayınlanmışsa bu yazarına büyük kredi getirir. Adayın öz geçmişinde ‘Yayınlarının bazıları’ diye garip bir başlık altında bir JMR yayını var. Yıl ve sayı belli ama sayfa numaraları yok. Koskoca profesör böyle hata yapmaz bunda bir iş var diyerek kalktım kütüphaneye gittim. Neyse, uzatmayayım makale dediği şey iki sütun ‘Editöre Mektuplar’ altında bir mektup. Yani alenen özgeçmişinde yalan söylemiş. Çok da iyi referansları var. Virginia eyalet valiliği öve öve bitirememiş. Eyalet hükümetinde yakın tanıdığım birine bir telefon ettim. Bana aynen şöyle dedi “İşe aldığımıza biz de pişman olduk. Satacak yer arıyoruz. Onun için iyi referans verdik ki satışı kolay olsun”. Sizin anlayacağınız özgeçmiş yalan referans satış maksatlı. Tabii ki komiteye başvurunun reddini önerdim. Sonra ne mi oldu? Bir rahat zamanda anlatırım.
Bu arada işe girmek için mülakat gereken pozisyonlara talep olanlara tavsiyelerin literatürde enflasyonu var. Büyük bir çoğunluğu klasik tavsiyeler. Abartısız giyinin, mülakata vaktinde gidin, Allah rızası için elinizde telefon olmasın ve cebinizdeki de kapalı olsun, sizden yazılı bir iş müracaatı istendi ise bu müracaatta verdiğiniz bilgilerin özgeçmişinizdeki bilgilerle uyuştuğuna emin olun, mülakat esnasında dikkatinizi dağıtmayın, cevap verirken uzatmayın, çok konuşmayın, geçmiş işlerinizi ve/veya patronlarınızı şikâyet etmeyin. En önemlisi size sorulacak soruları evvelden tahmin etmeye çalışın ve olanak ölçüsünde hazırlanın gibi hepsi mantıklı tavsiyeleri ‘mülakat rehberi’ başlıklı yazı ve makalelerde bulmak mümkün.
Şimdi ben size tavsiyeler yapıyorum ya! Bu konuda tavsiye verecek en son adam benim. Ben beni mülakata alıyor olsam işsiz kalırım. Şimdiye kadar çok başarılı diyebileceğim bir mülakat geçirmedim. Hele son mülakatım tam bir festivaldi. İsim vermeyeceğim ama ABD’de ünlü bir okul “Bu bir mülakat değil ama tanışmak istiyoruz. Kahvaltıya gelir misiniz?” diyerek davet etmişti. “Olur” dedim. Mülakat olmayan kahvaltıya gittim. Masada dekan ve beni iyi tanıyan birkaç hoca var. Günaydın ben Osman falan faslından sonra oturduk. Dekan hop diye “Bana güçlü taraflarınızı anlatın” diye lafa başlamaz mı? Buyurun bakalım. Hani mülakat değildi. Kızdım ve “Hiçbir fikrim yok. Siz bana zayıf taraflarınızı bir anlatın” dedim. Mülakatın! bu karşılıklı konuşmalar sonrasında çok kısa sürdüğünü anlatmama gerek yok. Mülakatlarımın neden çok kötü geçtiğinin analizini yaptım elbette. O kadar okuduk yazdık. Sebebini de buldum: Kibir. Mülakatları kendime yakıştıramıyorum. Komite üyeleri beni değerlendireceğine ben komite üyelerini değerlendiriyorum. Bir yerde “Siz kim oluyorsunuz da beni değerlendirmek için sorular soruyorsunuz” havasındayım. Sizin anlayacağınız kabahat bende. Siz benim yaptığımı yapmayın. Ve de…
Sağlıcakla kalın.