İran’da Siyasi Değişim Yaklaşıyor mu?
Otoriter bir rejime karşı yapılan gösteriler acaba hangi noktada rejimin çökmesine, bireysel özgürlüklerin genişlemesine ve siyasi rekabete açılmasına yol açar? Maalesef bu sorunun kesin bir yanıtı bulunmuyor. Sonucu belirlemekte bir kısmı değişimi hızlandıran, diğerleri yavaşlatan bir dizi faktör etkili oluyor. 1956 Macaristan ve 1968’deki Prag olaylarını hatırlayın. Bu olaylarda Sovyet tanklarının öncülüğünde Varşova Paktı güçleri bu cesur girişimleri engellemeseydi, belki de Komünist sistem yerel güçlerin eylemleri karşısında yıkılacaktı. Gösterilerin başını çekenlerin bir kısmı kurtuluşu ülke dışına kaçmakta buldular, bir kısmıı yakalandı ve mahkum edildi, süreç içinde hayatını kaybedenler de oldu. Ya da 2011 Kahiresini anımsayın. İlk başta göstericilere karşı direnen Hüsnü Mübarek, bilahare olayları zor kullanarak bastırmanın maliyetinin çok yüksek belki de imkansız olduğunu düşünen ordunun baskısı karşısında fikrini değiştirmişti. Yolsuzluk suçlamalarıyla yargılandı ve hapse atıldı. Ancak, olaylar Mısır’ı demokrasiye götürmedi. Müslüman Kardeşlerin adayı Muhammed Mursi cumhurbaşkanı seçildikten sonra otoriter bir yönetime yöneldi. Protestolar sonucu, askeri darbe ile devrildi. Bir otoriter yönetim gitmiş, yerine bir başkası gelmişti. Tabii, gösteriler sonucu rekabetçi siyasete geçilmesinin örnekleri de yok değil. Nitekim, Doğu Almanya, Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan’da yaşananlar sonucu Varşova Paktı dağıldı, hükümetler serbest seçimle belirlenmeye başladı.
Her ne kadar kapsamlı gösterilerin bir yönetimin düşmesine veya rejim değişikliğine sebep olup olmayacağını kestirmekte zorluk çeksek de, yine de gerek yerli gerek uluslararası uzmanların rejim değişikliğine yol açabilecek gelişmelere yol açabilir diye değerlendirdiği bir dizi koşulu saptayabiliriz. İlk olarak, toplumun büyük bir kesimi yaşadıkları zorlukların kaynağı olarak yönetimi görmekten öteye, yönetimin vatandaşın dertleri karşısında duyarsız olduğunu düşünmelidir. Ayrıca, çoğunluğun yönetimin izlediği siyasetleri değiştirmeyeceğine de kanaat getirmiş olması lazımdır. İkinci olarak, otoriter yönetim hemen her türlü siyasi ifade imkanını kısıtladığı için sokak gösterileri çoğunluk tarafından tek siyasi ifade kaynağı olarak görülmelidir. Üçüncü olarak, yönetimin kitle hareketleriyle baş etmekte zorluk çekeceğine ilişkin bir kanaat oluşmalıdır. Böyle bir kanaat muhtelif nedenlerden ortaya çıkabilir. Yönetici seçkinler arasında kamuoyuna da yansıyan anlaşmazlıklar olabilir. Yönetici sınıf lider kadrosuna duyduğu güveni yitirebilir. Hatta yönetici sınıf kendi savunduğu ideolojiye olan inancını dahi yitirmiş olabilir ki, bu duygunun komünist sistemlerin yıkılışında önemli yeri olduğu biliniyor. Fakat belki de en önemlisi, yönetimin peşpeşe başarısız siyasalar izlemiş olmasıdır. Dördüncü olarak, rejimi ayakta tutan güç bileşiminin bazı ortakları mevcut yapılaşmanın artık çıkarlarına hizmet etmediğini veya gelecekte hizmet edemeyeceğini düşünmeye başlamış olmalıdırlar. Son olarak ise, yönetici sınıfın uluslararası alanda saygı görmemesi, görevini sürdürmek için yeterli dış destek bulamayacak durumda olması gerekir.
Yukardaki değerlendirmeleri, İran’da neleri bekleyebiliriz tartışmasına ışık tutabileceği ümidi ile kaleme aldım. Sıraladığımız koşullara baktığımızda, ilkin Iran halkının büyük bir bölümü, katlanmak zorunda kaldıkları mahrumiyetlerden yönetimi sorumlu tutmaktan öteye, izlenen siyaset çizgisinin değiştirilebileceğine ilişkin herhangi bir ipucu da görmemektedir. İslami devlet çerçevesi içinde siyasete sınırlı biçimde katılmak imkanı bulunmakla birlikte, özellikle dini kanunların uygulanmasına ilişkin eleştiriler, hele kamuoyu nezdinde ve örgütlenerek yapılmaya kalkışılırsa, otoriter yöntemlerle bastırılmakta, böylece kitlesel protesto hareketleri dışında bir yola imkan kalmamaktadır. Yönetimin gösterilerle nasıl baş etmesi gerektiği konusunda sergilediği kararsızlık, göstericiler tarafından bir fırsat penceresi olarak değerlendirilmiştir. Rejim içinde ılımlılar ile sertlik yanlıları arasında mücadeleler cereyan ettiği biliniyor. Ancak sergilenen kararsızlığın altında dini bir milis görünümü veren Ahlak Polisinin kendi insiyatifini kullanarak mütevazi giyinmediği iddiasıyla bir genç kızı öldürmesi yatıyor. Bu milislerin yetkilerini aşan ve yönetimce onaylanmadan gerçekleştirilmemesi gereken bir eylemdir.
Kanaatimce dördüncü neden üzerinde önemle durmamız gerekiyor. Geçmişte siyasi değişim, İran toplumunun üç temel direğinden ikisinin üçüncüsüne karşı vaziyet alması sonucunda mümkün olmuştur. Bu üç direk ulema, pazariler ve ordudur. Şah yönetimi ulema ve pazarilerin (ticaretle uğraşanlar) şaha karşı birleşmesi sonucunda sona erdi. Ordu ancak değişim başladıktan sonra diğer iki direğin yannda yer aldı. Bu sefer karşımızda kitleler diye yeni bir direk de var. Ancak onların gayretleri tek başına yönetimi devirmeye yetmiyor. Şimdi pazariler de onlara katılmaya başlıyor görünümü veriyorlar. Bazı dedikodulara göre Besiç milisleri ve Devrim Muhafızları arasında olmamakla birlikte İran ordusu mensupları arasında memnuniyetsizliğin arttığı bildiriliyor. Son olarak, İran yönetimi uluslararası alanda fazla desteğe sahip değil.
Bütün bunlara rağmen mollalar rejimi varlığını sürdürebilir. Görünüşe göre, günümüzde geçmişe kıyasla, gitmeye çok daha yakın gözüküyorlar.