İnovasyona postmodernist bir sos
Postmodernizm 2. Dünya Savaşı sonrasında modernist değerleri eleştiriye açan hatta reddeden bir düşünce hareketi. Nüvelerini Nietzsche, Kierkegaard ve Heidegger gibi büyük filozofların attığı, yapısalcılardan (structuralists) özelikle postyapısalcılardan etkilenmiş bir felsefe ekolü. “Post-modern” kavramsal olarak bugünkü anlamıyla ilk kez 1939 yılında Arnold J. Toynbe tarafından kullanılıyor. Zamanla etkilerini sanat, edebiyat, mimari, sinema gibi birçok alanda gösterdi. Postmodernist düşünce okulu, bilim ve teknolojinin insanlığı mutlu edeceği savını iddia eden 18.yy aydınlanmasının objektif gerçek (reality), tek doğru, evrensel bir neden (reason), statik bir anlam ve epistemolojik kesinlik argümanlarına kuşku ile yaklaşır. Postmodern düşünürler, ampirik kanıtlara dayandırılsa dahi bilimsel sonuçların objektif şekilde doğru ya da yanlış olarak nitelenemeyeceğini, en nihayetinde araştırmayı yapanların düşünce eğilimlerinden ve bir dizi başka faktörden etkilenen sübjektif önermeler olduğunu söyler.
Postmodernizme göre insan psikolojisi sosyal yapılardan tarafından şekillenir. Dolayısı ile tüm toplumlar, ülkeler ve koşullar için geçerli bir doğrudan (valid) söz edemeyiz. Gerçek (reality) zihinsel bir kurgudur (construct). Bilgi önermeleri, değer sistemleri, anlam, hatta sözcükler değişkendir. Hepsi politik, tarihi ve kültürel yapıların ve diskurların bir ürünüdür. Postmodern teorilerin oluşumunda Fransız aydınları özellikle Jacques Derrida ve Pierre Bourdieu önemli rol oynar. Aynı şekilde Foucault ve Deleuze en etkili postmodernlerden. İçinde bulunduğumuz çağın bu büyük isimlerine kulak kabartmak gerekir. Edebiyat dünyasında Umberto Eco ve Orhan Pamuk’ta postmodern izler görebiliriz. Pop art tamamen bu akımın bir çocuğu. Postmodern dalga kendisini Matrix, The Sixth Sense gibi filmlerle sinemada, retro tasarımlarla modada, yaşadığım şehir olan Prag’ın sembollerinden “Fred and Ginger” olarak bilenen Frank Gehry'un dans eden binası gibi yapılarla mimaride gösterir.
Buradan inovasyona nasıl bağlayacağımı düşünmeye başladınız. Aslında inovasyon kendi başına postmodern bir kavram fakat daha önemlisi başarılı inovasyonlar için bilincin ve sosyal normların nasıl şekillendiğini anlamak kritik. En büyük yönetim gurularından Peter Drucker postmodernizmi isimsiz çağ (nameless era) olarak tanımlar. Özetle şunu söyler; dünya, bilimsel atılımların ve sanayi devriminin mekanik sonuç odaklı paradigmasından anlam (purpose) ve süreç bazlı bir konsepte geçmiştir. İnsan doğası ve psikolojisi mekanik sonuçlar üreten makinelerden çok daha komplekstir. İnsanın anlam arayışı belirleyici faktör. Radikal inovasyonlara imza atabilmek için inovasyon süreçlerinin ilk fazı, “keşif” aşamasında; insanların davranışlarını, ihtiyaç, eğilim ve isteklerini iyi anlamak gerekir. Standart doğrularla karşılaşmayacağımızı, bağlama (context) göre değişebilen tepkiler ve istekler olabileceğini akılda tutmak şart. Etnografik ve antropolojik araştırmalarla gözlemlediğimiz verileri iyi analiz edebilmek için felsefeye, psikolojiye ve sosyolojiye ihtiyacımız var. Birçok aksiyonumuzun ve reaksiyonumuz arkasında bilinçaltı nedenler olabilir. Kök nedenleri doğru anlayabilirsek ihtiyaç ve isteklerimizi daha etkili karşılayan inovasyonlar yapabiliriz.
Müşteriler çoğu kez ihtiyaçlarını bilmez veya ifade edemezler. “Fonksiyonel” ihtiyaçları gidermek göreceli kolaydır. Sanayi çağının baskın paradigması olan modernist dönemde Ar-Ge faaliyetleri ile fonksiyonel problemleri çözmek kolaydı. Daha hızlı ulaşım için atlardan otomobile geçmeye hazırdık. Bu kadar basit bir fonksiyonel ihtiyacı dahi insanlara sorsaydım daha hızlı atlar isterlerdi diyen Ford sosyal ve duygusal ihtiyaçlarla pek ilgilenmemiştir çünkü henüz insanlık temel fonksiyonel ihtiyaçlarını giderememişti. Modernizm ve sanayi devrimi bu anlamda fazlasıyla başarılı olmuştur fakat bugün farklı bir zamandayız. İnsan zihni çok daha sofistike, beklenti ve eğilimleri değişmiş durumda. Geldiğimiz bu noktada mekanik çıktılara odaklanan Ar-Ge yeterli olamaz. Matrix neden bu kadar başarılı olmuştur? Ya da pop art neden ilgi görmektedir? Starbucks’ı fenomenleştiren nedir? Fonksiyonel ihtiyaçlarla ilgisi olmadığı kesin. Postmodernist dönemin bittiği “metamodernizmin” tartışıldığı bir zamanda duygusal ve sosyal ihtiyaçlarımızı/isteklerimizi karşılayan inovasyonlar fark yaratacak.