İnovasyona metamodernist bir sos
Postmodernizm yavaş yavaş sahneyi metamodernizme bırakıyor. Metadonerizmi tek bir sözcükle açıklamaya çalışırsak “salınım” (oscillation) diyebiliriz. “Meta” iki şeyin arasında ve ötesinde (beyond) olmaya bir referans. Metamodernizm; iklim değişikliği, finansal krizler, ırkçılık ve yoksulluk gibi küresel sorunlara tepki olarak doğan ve postmodernizmin savları ile modernizm değerleri arasında gidip gelen ama ikisini de aşmak isteyen düşünsel, sosyal ve politik bir hareket. Postmodernizm ile modernizm arasında denge kurmak gibi bir hedefi yok. Felsefe ya da sanat akımı olmak şeklinde bir ideali de yok. Metamodernizmi bugünkü anlamıyla ilk kez 1995 yılında Kanadalı edebiyat teorisyeni Linda Hutcheon kullanıyor. Kültür teorisyenleri Timotheus Vermeulen ve Robin van den Akker’in 2011 yılında yayınladıkları “Metamodernist Manifesto” ile somutlaşmaya başlıyor. Manifestonun özünü, krizlerle geçen zamana “romantik bir reaksiyon” olarak yorumlayabiliriz.
Salınımı dünyanın doğal işleyişi olarak algılayan metamodernizm, umut ile melankoli, empati ile umursamazlık, teklik (unity) ile çoğulculuk, netlik ile muğlaklık, samimiyet (sincerity) ile ironi, görecelilik (relativism) ile gerçeklik (truth) arasında gidip gelinebileceğini ve hepsinin aynı anda olabileceğini söyler. Metamodernizm sadece postmodern ya da modern değerleri değil modernite öncesi (premodern) kültürel unsurları da kapsayarak din, bilim, spiritüalizm, kişisel varoluş (self-exploration) ve kolektif şuur gibi ayrı olarak algılanan hayatın kompartımanlarının aynı trende, aynı anda olabileceğini iddia eder. Metanodernizm bu ideanın gerçekleşebilmesi için sosyal ve ahlaki yapılar ileri sürme girişimidir bir bakıma.
Metamodernizm yaşadığımız çağın anlam krizi dahil tüm çıkmazlarından beslenir ama postmodernizm gibi nihilist değildir, ümitlidir. Yaşama sevincine sahiptir. Sadece insana değil ekolojiye ve gezegene dair sorunlara duyarlıdır. Postmodernizmin evrensel gerçekliğe olan itirazını tartışmaya açar. Hatta global vatandaşlık (citizenship), sınırların olmadığı bir evren gibi ideallere sempati ile bakar.
Aslında son yıllarda şahit olduğumuz pek çok vakada metamodernist zihin yansımalarını görebiliriz. “Occupy” ve “Black Lives Matter” gibi toplumsal hareketlerde, blockchain gibi teknolojik devrimlerde, Red Hat gibi dijital oluşumlarda, “corporate rebel” gibi kavramlarda, “beyonders” ve YOLO (You Only Live Once) gibi trendlerde metamodernizmin ayak sesleri duyuluyor. Dodgecoin gibi örnekler ve ABD’de bazı eyaletlerde blockchain ile arsalar alınarak kendi kuralları, vatandaşları olan toplulukların oluşması, benim “dijital demokrasi” olarak kavramsallaştırdığım bu dip dalga metamodernist düşünce ve diskurlarla yakında ilişkili.
Şahsen metadornizmin geri dönüşü olmayan büyük değişimlere yol açacağını düşünüyorum. Postmodernlere göre daha şanslılar çünkü daha eğitimli bir dünya var. En önemlisi, bu hareketi destekleyen teknolojik araçlar güçlü. Çarpan etkisi çok daha fazla. Kuantum fiziği ve kuantum felsefesinin açacağı ufuklar, teknolojinin eksponansiyel olarak ilerlemesi, dijital ikizlerimiz ve onları yaşatacağımız evrenler ve 5G’nin Blockchain, AR/VR, M2M ile mükemmel uyumu; çok uzak olmayan bir gelecekte “Bitnation”, sanal vatandaşlık, Game B, evrensellik ve teklik içerisinde (unity) ademi merkezi yapılar, sanal/fiziksel komünler gibi metadornizmin hayallerini hayata geçirebilir.
Zaten pek çok kulvarda metamodernizm kendini göstermeye başladı. Eğer pop art, postmodernizmin çocuğu ise NFT metadornizmin bebeği. Allianz Arena, Cottbus Teknoloji Üniversitesi, Walker sanat merkezi mimaride; Arrival, The Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve BoJack Horsema tv ve sinemada; Life of Pi (Yann Martel) edebiyatta metamodern örnekler. Bu konuda kitap tavsiyesi isteyenlere Tomas Björkman’ın “The World We Create: From God to Market” önerilir. Konunun inovasyonla ilgisine dair ayrı bir parantez açmaya gerek yok çünkü metamodernizm kendisini baştan sona radikal inovasyonlarla var ediyor. Şirketlerin çıkaracağı çok dersler var; öncelikle bu hareketleri doğuran dip dalgayı ve yeni kuşak paradigmaları anlamalılar. Akabinde tüm eski düşünme ve iş yapma biçimlerini bir kenara bırakıp çalışanlarının ve müşterilerinin eğilimleri doğrultusunda ve onlarla birlikte kendilerini yeniden tasarlamalılar. Çünkü bir süre sonra metamodernizm sos değil ana yemek olabilir.