İnovasyon laboratuvardan mı çıkar, parklardan mı?
Bir ülkenin rekabet gücünü, ülke sanayisinin ve kurumlarının inovasyon kapasitesi belirler. Türkiye’nin rekabet üstünlüğü olan stratejik sektörleri seri yazılar halinde kaleme almaya devam ediyorum fakat bu ciddi konuya bir hafta ara vererek hayata biraz daha geniş bir perspektiften bakmak istiyorum. Nedeni; yaz geliyor, kışın bu yazının etkisi olmayabilir. İnovasyon yönetimi, derin bir literatüre sahip bir uzmanlık alanı. Türkiye’de inovasyon, mühendislerin ve fen bilimcilerinin alanı gibi zannediliyor ama dünyada İktisadi İdari Bilimler Fakültesi (Business Schools) altında bir bölüm ve daha çok sosyal bilimciler çalışıyor çünkü insan faktörü başat unsur. Bu hafta daha “light” bir konudan bahsedelim dedim ama yine ciddi bir giriş yaptık sanırım. Özetle, oldukça teknik bir alandan ve çok boyutlu bir olgudan bahsediyoruz. Dolayısı ile ciddi bir eğitim ve uzmanlaşma gerekiyor. Fakat, bu derinlemesine uzmanlık eğitimi öncesinde özellikle kariyerinin başındaki genç arkadaşlarıma farklı bir önerim var: kendinizi çok yönlü geliştirin ve tek bir alanda derinleşmeden önce farklı disiplinlere dair okumlar yapın.
Fırsat buldukça seyahate çıkın. Yeni insanlar tanıyın, yeni hikayeler dinleyin. Gezin ve gözlemleyin. Mümkünse farklı ülkelerde yaşayın, farklı kültürleri deneyimleyin. Zihninizde çözmek istediğiniz önemli problemler olsun ama sürekli aynı alanda boğulmayın, bazen zihninizi serbest bırakın. Aylaklık yapın. Zira inovatif fikirler aylakça gezen serbest zihinleri sever. Kitap okuyun ama sadece roman ya da kişisel gelişim okumayın. Tarih, siyaset, psikoloji ve hatta felsefe okuyun. Felsefe ile inovasyon ilişkisine sıkça değinmeye çalışıyorum. Felsefe, inovasyonu ve yaratıcı düşünceyi fazlasıyla besler. Şiir okuyun. Müzik dinleyin, hatta müzik yapın. Sanatla ilgilenin. Sanatın en az bir dalını yakından takip edin. Galerileri, müzeleri gezin. Esas alanınız dışında bilimin diğer dallarına dair fikriniz olsun. İnovasyon kendi kendisine yetişip ağaçtan düşmüyor. Laboratuvarı girip, birkaç saat içinde inovasyon yapıp çıkamayız. İnovasyon uzun bir süreç ve bu sürecin ilk adımı yaratıcı fikirler. Yeni fikirler geliştirecek, inovasyon yapacak insandır. Yaratıcı fikirlerin gelişmesi ve uzun inovasyon yolculuğunda çıkacak problemlerin çözülmesi için insanın farklı kaynaklardan beslenmesi şart. Hammaddeyi sürdüğümüz ve sonunda inovasyon aldığımız bir tezgâh yok maalesef. O yüzden bilim, sanat, felsefe inovasyonu besler. Farklı tecrübeler, bakış açıları ve entelektüel bir donanım inovasyonun önünü açar.
Parklar, bana göre kitap okumak ve düşünmek için en ideal yerler. Kitaplar sizi farklı yerlere götürür ve genelde o yerlerden yeniliklerle gelirsiniz. Eğer parkta kitap okuyamam diyorsanız, yürüyebilirsiniz. Muhtemelen o yürüyüşün sonunda yeni fikirlerle döneceksiniz. Pek çok araştırmaya göre beyin hücrelerinde yeni bağlantılar kurulmasını desteklediği ve beynin hafızadan sorumlu bölgelerinden olan hipokampüs hacmini artırdığı için yürüyüş yaratıcı fikirleri tetikler. Mesela, Stanford'da yapılan bir araştırma, yürüyen insanların yaratıcı çıktılarında oturanlara göre %60 artış tespit edilmiş. Yürüyüş kendimizle tam bir beyin fırtınası diyebiliriz. Pek çok filozofun yürüme rutini olduğunu hatırlayalım. Aristo derslerini öğrencileri ile yürüyerek yapardı. Stoacı felsefeye adını veren ‘stoa’ sözcüğünün Antik Yunanda agoranın yanında yer alan, üstü kapalı, sütunlu yollar anlamına geldiğini not düşelim. Nietzsche’nin günde 8 saat yürüdüğü ve bazı eserlerini bu yürüyüşler sırasında yazdığı bilinir. Nietzsche’ye göre, “sadece yürürken akla düşenler gerçekten büyük düşüncelerdir”. Erasmus’un Deliliğe Övgü, seyahat sırasında yazılan bir başka kitaba örnek. Jean-Jacques Rousseau’nun “Benim çalışma odam kırlardır” sözü aslında bu yazının tam bir özeti. Rosseau ekliyor: “hiçbir zaman yalnız yürüyerek yaptığım seyahatlerdeki kadar düşünmedim, var olmadım, yaşamadım, kendim olmadım.” Kafanızda çözemediğiniz meseleler mi var ya da yeni fikirler mi arıyorsunuz? Seyahate çıkın. Hiçbir şey yapamıyorsanız, yaz bitmeden her fırsatta parklara gidin. Eğer Belediyeler yaratıcı bir şehir ve düşünen vatandaşlar istiyorlarsa, kaldırımları sürekli değiştirmek ya da koca koca beton binalar dikmek yerine park yapmalarını ve yeşil alanları büyütmelerini öneririm.