İnandırıcılık ciddi bir güç unsurudur
Uluslararası politika alanında milli gücün unsurlarından söz ederken genellikle maddi varlık, askeri güç ve benzeri hususlara odaklanırken, siyasi liderlerin inandırıcılığının da önemli bir güç unsuru olduğu pek aklımıza gelmez. Uluslararası müzakerelerde taraflardan biri, bir ödün koparmak için gelecekte bazı adımlar atacağını taahhüt ederse, karşı taraf taahhütte bulunanları inandırıcı bulduğu takdirde, ödün verebilir. Örneğin, Küba füze krizi sırasında Amerikalılar İncirlik’te konuşlandırılmış Jüpiter ve Thor füzelerini geri çekmeyi kabullendiler. Ancak, Robert Kennedy Ruslara bu füzeleri birkaç ay sonra çekeceklerini ifade etti. Hemen kaldıracak olurlarsa, Türkiye’nin sırtından bir pazarlık yaptıkları anlaşılabilirdi.
Evet, Robert Kennedy kendilerine zaman tanınmasını istemiş, Ruslar da kabul etmişlerdi. Neden? Çünkü Kennedy yönetiminin sözünde duracağına güveniyorlardı. Nitekim, birkaç ay sonra Amerikalılar Türklere İncirlik’teki füzeleri kaldıracaklarını çünkü hareket halindeki denizaltılardan ateşlenebilecek Polaris füzelerinin caydırıcı gücünün daha yüksek olduğunu söylediler. Her ne kadar Türkler kendi topraklarına yerleştirilmiş füzelerin kendileri açısından daha caydırıcı olacağını ileri sürseler de, Amerikalılar planlarını uyguladılar.
Pekiyi, Ruslar Amerikalıların sözlerini tutmayacaklarını düşünselerdi, ne olurdu? Rusların füzelerin karşılıklı ve eş zamanlı kaldırılmasını isteyeceklerini tahmin edebiliriz. Amerikalılar böyle bir öneriye muhtemelen isteksizce boyun eğecekler fakat bu arada Türklerin arkasından iş gördükleri ortaya çıkacağından, iki müttefik arasındaki ilişkiler zarar görecekti. Yine de Türkiye kendi sırtından bir pazarlık yapılmış olacağından kuşkulandı ama Amerikalıların sabit olmayan üslerle ilgili iddiasına itiraz etmek kolay değildi.
Hikâye ettiğimiz olay ümit ederim ki, inandırıcılığın uluslararası politikada kişiler veya devletler tarafından kullanılabilecek önemli bir kaynak olduğunu göstermiştir. Şimdi bu fikri aklımızda tutarak yakın zamanda Türkiye’de cereyan eden olaylara bakalım. Hatırlanabileceği gibi, Türk hükümeti azgın enflasyonu frenlemek üzere Merkez Bankası’nın faiz oranlarını düşürmesi için baskı uygulamış, suçun yüksek faiz oranlarında olduğunu iddia etmişti. Sayın Cumhurbaşkanı, bu anlayışa uygun olarak enflasyonun ancak yüksek faiz oranı uygulayarak düşürülebileceğini savunan bir dizi merkez bankası başkanını görevden almıştı. Düşük faiz oranlarının uygulandığı uzunca bir süre sonrasında, yüksek faiz oranlarının enflasyonu azdırdığı önerisinin mucidi olan Sayın Cumhurbaşkanı, konvansiyonel ekonomiye dönmeye karar vermis, ekonomiyi istikrara kavuşturmak için yeniden yüksek faiz uygulayacak bir ekibi göreve getirmişti.
Konvansiyonel iktisada geri dönülmesi sadece ülkedeki iş adamlarını ve bankaları memnun etmekle kalmamış, Türkiye’ye borç veren, ülkemizde yatırımları olan veya yatırım yapmayı düşünen yabancıları da rahatlatmıştı. Yeni devreye sokulan siyaset sonunda ülkenin uluslararası rezervleri artmış, yabancıların Türkiye’nin borçlanmasında uyguladıkları faiz oranlarında düşüşe geçilmiş ve eğer resmi beyanlara itimat etmemiz gerekirse, ülkemize sermaye akışı dahi başlamıştı. İktisadi istikrarın gelmesi için kat edilmesi gereken yol bir hayli uzun olmakla birlikte, herkesin kanısı ülkenin doğru yönde ilerlediği merkezindeydi.
Son toplantısında Merkez Bankası faiz oranlarını yüzde iki buçuk oranında düşürdü. Bu eylemi tartışılmakla birlikte, Banka bunun enflasyon oranının düşmeye başlaması sayesinde mümkün olduğunu ileri sürdü. Bu iyi ve güzeldi de, her nedense Sayın Cumhurbaşkanı birden kendi düşüncelerini tekrar cepheye sürdü. Bankanın faiz oranlarını düşürmeye devam edeceğini açıklayan liderimiz (ki bu açıklamayı sözde bağımsız olan Merkez Bankası Başkanı’nın yapması gerekirdi), bilahare eski fikrine dönerek enflasyonun altında yüksek faiz oranlarının yattığına işaret etti. Ardından “Nas” ya da İslam geleneğinin de oranların düşürülmesi yönünde olduğunu ekledi. Bu beyandan yola çıkacak olursak, Sayın Cumhurbaşkanımızın fikirlerinde herhangi bir değişiklik olmadığına, acil bir iktisadi durumu toparlamak için geçici özveride bulunduğuna hükmetmek gerekecektir. Dolayısıyla her zaman eski siyasete de geri dönülmesi imkan dahilindedir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın beyanları karşısında gerek iç gerek dış iktisat çevreleri yeni iktisadi politikaya ne kadar güvenileceğini sorgulamağa başladılar. Ortaya bir inandırıcılık krizi çıkmış bulunuyor.
Maalesef, bir ülkede inandırıcılık sorunu ortaya çıkarsa, her alana yayılma istidadı gösteriyor. Ülkemizin uluslararası politikanın diğer alanlarında, örneğin Suriye konusunda ne kadar samimi olduğu, gerçek niyetlerini saklayıp saklamadığı sorgulanırsa, şaşmamamız gerekecektir. Sayın Cumhurbaşkanımızın sözleri belki içteki bir grubu tatmin etmek için sarf edilmiştir ama ülkenin inandırıcılığının zayıflaması nedeniyle uğranılan kayıplar, sağlandığı düşünülen kazançların çok üzerindedir.