İllüzyonun sonu ve yeni dönem

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Seçimlerden epey önce siyasetin artık tek faktör olduğu ve ne kadar gerekli olursa olsun akılcı ekonomik politikaların uygulanmayacağı belli olunca artık söylenecek fazla bir söz kalmadığını düşünüp yazılarıma ara vermiştim. Aslında daha 2010’lardan beri ipuçları ortaya çıkan, ama hep bir umutla değişebileceğini umduğumuz siyasal (hatta dolaylı olarak toplumsal) tercihler, iç dinamikleri ve üretim yapısı ile kurumsal altyapıyı geliştirerek sağlanacak kalıcı büyüme yerine, sürekli artan cari açık pahasına borçlanma ve tüketim çekişli ve kısa vadeli bir refah illüzyonu (yanılsaması) doğrultusunda yoğunlaşmıştı. Uzun yıllar boyunca inatla ve katmerlenerek sürdürülen hatalı politikalar sonunda biriken riskler son iki yılda o kadar yükseldi ki artık ekonomi dikiş tutmaz hale gelmişti; üstelik artık geniş kitlelerin aleyhine bir kaynak transferi ve gelir eşitsizliği şeklindeki toplumsal maliyet de saklanamaz olmuştu. Reel kesim, hane halkı ve hatta bankalar yani bütün piyasa oyuncuları risklerini ve fiyatlarını belirleyemez, birkaç ay sonrasını öngöremez durumdayken bu defa da kontrol edilemeyen döviz kurunu serbest bırakarak düşük faizle üretimi ve ihracatı arttıracak ve cari açığı yok edecek yeni bir model izlendiği savıyla yeni bir illüzyon yaratılmaya çalışıldı; oysa iktisat teorisinde yeri olmayan, üstelik yüksek enflasyon ve dolarizasyon yaşanan bir ekonomide tam ters sonuçlar oluşturacak bu politikanın başarı şansı olmadığı baştan belliydi, amaç zaman kazanmaktı. Gerçekten de bu amaç gerçekleşti ve siyasal iktidar, örtülü kambiyo kontrolü yapıp rezervleri tüketerek de olsa, yeniden seçimleri kazanmayı ve beş yıl daha ülkeyi yönetme yetkisini almayı başardı.

Şimşek bozulan dengeleri düzeltebilecek mi?

Bu süreçte ikiz açık ve ikili para kıskacındaki bir ekonomide, enflasyon oranı dikkate alındığında %70 gibi inanılmaz bir negatif faiz ile TL’den kaçışı körüklerken öte yandan makro ihtiyati tedbir adı altında piyasa ekonomisi ile bağdaşmayan muhtelif kısıtlamalarla döviz kurunun dengede tutulmaya, yani TL değerinin korunmaya çalışılması gibi açık bir çelişki ve tuhaf bir durum oluştu. Bunun herhangi bir iktisadi akıl yürütme ile açıklanacak bir tarafı olmadığı belli; anlaşılan iktidarın akut bir ekonomik kriz tehlikesinden çok daha fazla önemsediği seçimlerin yaklaşması nedeniyle mecburen yani çaresizlikten ürettiği bir tablo söz konusuydu. Bu denli zorlukla sürdürülen, daha doğrusu sürdürülemediği örtülmeye çalışılan dengeler üzerine ülke, güney ve doğu Anadolu’da 11 ilimizi kapsayan bir bölgede iki kez üst üste yüksek şiddette bir deprem felaketine maruz kaldı. 1999’daki Marmara Depremi’nden bu yana 22 yılı aşkın bir zaman geçmesine rağmen ve fay hatlarının yerleri ile enerji birikimleri bilindiği halde kamu yönetiminin hazırlıksız ve reflekslerinin zayıf olduğunun ortaya çıkması da, depremin maddi tahribatını ve bunu gidermek için duyulacak kaynak ihtiyacını arttırmıştır. Bu da zaten fazlasıyla bozulmuş olan dengelerin hassasiyetini daha da büyütmüştür.

Böylece, daha önce de altını çizdiğimiz gibi, seçim sonunda kim kazanırsa kazansın çok hasarlı bir ekonomi devralması ve kısa zamanda bir normalleşme çabasına girmesi kaçınılmaz olacaktı. Yıllık bazda 50 milyar dolar dolarındaki cari açık, onun iki katını aşan dış ticaret açığı, yıl sonu 659 milyar TL hedefine karşılık daha ilk dört ayda 382 milyar TL’nı bulan bütçe açığı ve ek olarak deprem etkisi ile doğan ek bütçe/vergi/borçlanma ihtiyacı acil bir eylem planı hazırlanmasını dayatıyor. Öte yandan çoktan sınırlarına dayanmış, dikişleri zorlamış ve başarısızlığı tescillenmiş bulunan Yeni Ekonomi Programı’na derhal son verilmesi ve ortodoks politikalara dönülmesi de zorunlu olacaktı. Nitekim seçim ertesinde Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirilen Mehmet Şimşek, “rasyonel politikalara geri dönmek dışında bir alternatif bulunmadığını” açıkladı. Merkez Bankası’nın başına da bu politikalarla uyumlu hareket etmesi beklenen ve ABD’de bankacılık sektöründe deneyimli Gaye Erkan getirildi. Ancak bu ekibin önündeki manevra alanının ne kadar geniş olduğu ve ortodoks politikaların vadesinin ne kadar uzun olacağı tartışmalı.

Manevra alanı dar

Gerçekten seçime kadar hem döviz kurlarında, hem de faizde ve olabildiğince fiyatlarda zar zor sürdürülen dengeler ile yüzdürülen ekonomide durum tam bir enkaz. Uzun zamandır unuttuğumuz doğrudan dış yatırım zaten gündem dışı ama, en azından kur istikrarını sağlayacak olan sıcak para yani portföy yatırımı için dış kaynak iki yıldır gelmiyor. Bir başka deyişle yıllardır yakındığımız kısa vade odaklı konjonktür yönetimini de bir süredir yapamaz haldeyiz. Toplam dış borçların 500 milyar dolar’a, iç ve dış borç toplamının 20 milyar TL’na yaklaştığı, buna karşılık sanayi üretim endeksinin aşağı yönlü seyrettiği yani durgunluk potansiyelinin de olduğu bir ekonomide ince ayarlı bir yönetim gerekecek. Bütçe açığı da muhtemelen harcamalarda kısıntı ve vergi artışı gerektirecek.

Oysa bir yandan depremin yükü, diğer yandan politikacıların neredeyse genel seçimler kadar önemsediği anlaşılan 9 ay sonraki yerel seçimlerin baskısı manevra alanını kısıtlayacak gibi.

Şimşek ve ekibini, döviz kurlarında bir istikrar sağlanması, dış finansman maliyetinin düşmesi ve özellikle hisse senedi piyasasına dış kaynak girişinin başlaması halinde başarılı saymak zorundayız. Daha ötesinde hedefler için çok erken.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar