“İlgilerimizi şaklabanlara çaldırmak” istemiyorsak
Saygın bilim insanı Doğan Cüceloğlu, “Korku kültüründe güçlü olan haklıdır. Değer kültüründe haklı olman güçlüdür” derdi. Güçlü olanın haklı olduğu korku ortamlarının yarattığı sorunları, başka bir bilim insanımız Selçuk Şirin’in paylaştığı yazının evreninde izleyelim. Yazılarını okuyanlar, entelektüel meraklarınızı nasıl ateşlediğinin farkındadır. Cılavuz’un aydınlığının mirasçısı olan Şirin, New York Üniversitesi’nde öğretim üyesidir, ama yüreği hep Anadolu’nun çeşitli, renkli ve zengin dünyasında iyi ve güzelin izindedir.
Oksijen’in 208’inci sayısındaki yazısının başlığı can alıcı bir soruydu: “Dünya mı kötüye gidiyor haberler mi?”
Yazının girişinde, “Senenin bu ilk yazısında size ‘kötü’ bir haberim var: Bu sene ekranda daha çok kötü haber göreceksiniz. Bunun sebebi dünyanın giderek daha berbat bir yer olması değil. Bunun sebebi kötü haberlerin iyi haberlerden daha çok satılması. Korku ve endişenin, umut ve sevinçten daha temel ihtiyaç olması”, diyordu.
Kötüye yönelen ilgi
Selçuk Şirin’in saptamalarının bir özetini paylaşırsak, anlatmak istediği bütünü daha net kavrayabiliriz:
- İnsan doğası gereği kötü habere iyi haberden daha çok ilgi gösteriliyor.
- Korkunun, insanın en temel duygusu olduğu kabul ediliyor.
- Dijital devrim teknolojilerinin hayatımızın her anına yön vermesi ve özellikle sosyal medya ağlarının son yıllardaki rekabeti sonucu, kesintisiz haber akışı yaratıyor.
- Haber üretme süreci profesyonellerin ve ajansların tekelini kırıyor.
- Dijital teknolojiler ve özellikle sosyal medya ağlarının gelişmesi sayesinde her okur bir haber kaynağına dönüşüyor.
- Elimizdeki araç-gereçle olup bitenleri anında sesle, videoyla, yazı ve fotoğrafla izleyebiliyoruz.
- İnsan doğasının bir zaafı olan korkudan kâr eden algoritma ile buluşunca ekranlarımız sürekli korku, olumsuz haber sunuyor.
- İnsan ömrünün uzaması, sağlık durumunun iyileşmesi, açlık sınırının üstünde geliri olan insan sayısının artması, savaş ve çatışmaların sınırlı alanlarda kalması gibi olumlu gelişmeleri karamsar ve kötümser haberler gölgeliyor.
- Kötü haber barındıran içerikler anksiyete ve depresyon belirtilerini artırıyor; sosyal mesafe ayarında uzlaşmalardan uzaklaşılıyor.
- Araştırmalar kanıtlıyor ki, insanın ruh hali kötü olduğunda daha çok negatif içerik tüketiyor.
Şirin, sadece eksiği analiz edenlerden değil; tanımladığı sorunlara çözümler de üretiyor: “Negatif içerdik tüketiminin azaltılması ve dijital farkındalığın artırılması, bireylerin ruh sağlığının iyileştirmenin yanı sıra toplumsal güveni artıracak bir adım” genellemesine ulaştıktan sonra önerilerini sıralıyor: Birincisi, ekranda gördüğünüz her sansayonel haberi tıklamayın. İkincisi, tek amaçları bizim ilgimizi çalmak olan şaklabanları yok sayalım. Onlara vereceğimiz her tepki, eleştirel yaklaşsak da onları gündemde tutuyor; bu fırsatı yaratmayalım. Üçüncüsü, bize korku ve kaygı veren içerikler kadar bize umut ve mutluluk veren içerikleri de çevremizdekilerle paylaşalım.
Bütün bunlar, “zamanın ruhunun” dışa yansımaları. Selçuk Şirin gibi küresel ölçeklerde kendini kanıtlamış bilim insanımızın uyarıları.
En az kayıpla aşabiliriz
“Zamanın ruhunu” oluşturan, olgunlaştıran ve çoğaltan etkenlerin yönünü değiştirme boyumuzu aşabilir; ama olumsuz gelişmeleri en düşük maliyetle savuşturulması ya da büyük bedeller ödenmesi bize bağlı.
Dünyanın neresinde çıkmış olursa olsun, büyük krizlerin ve krizlerin insanlara ödettiği bedellerin nedenleri biliniyor. Belirsizlikleri artıran ve krizleri besleyen etkenler sürekli değerlendiriliyor. Zihinlerimizde diri tutmamız gereken bazı etkenleri bir kez daha anımsayalım:
- Birincisi, insan toplulukların ve toplumlarının bir arada yaşadığı yerde “açgözlülük ve sorumsuzluk” her zaman bela yaratmıştır.
- İkincisi, insanların canlarını korumalarına gösterdikleri özenle korumaları gereken “akıl” konusunda da sorumluluklarımız unutulmamalı. “Aklı başkalarına emanet etmenin” türevleri olan biat, sorgusuz itaat, ilkesiz sadakat, liyakatsız iş, bir güce sığınma kolaycılığı, cehalet konforu, kendine fren koyma ilkesini içselleştirememiş olması, sorgulama yerine savunmacı kolaycılık; mitolojik, teolojik ve ideolojik bilinç sapmaları, yaşamın öz gerçeği yerine kendi gerçeğini yerleştiren şark kurnazlığı her zaman her yerde kaynakların verimli değerlendirilmesini engelliyor.
Üçüncüsü, “öğretilmiş gerçeklikleri” sorgulamadan, doğru bilinen yanlışlar peşinden sürüklenme.
- Dördüncüsü, popülist eğiliminin kolay sindirilebilir içerik peşinde olması ve işimizde “anlam aramanın” önemsenmemesi.
- Beşincisi, “kibir ve üstünlük inancıyla” eleştirel aklın aydınlığını kapatan, iyi niyetli cehaletle, art niyetli ihanetlerden örülmüş kutsal şalların altında gerçeği gizleme kurnazlığı.
- Altıncısı, inançtan düşünceye, taklitten yaratıcılığa, topluluk düzeyinden toplum olmaya, kulluktan yurttaşlığa geçişlerin gereklerini yerine getirme iradesi ortaya koymama.
- Yedincisi, planı, öngörme-önlem alma disiplinini, ödünsüz gözetim ve denetimi, gelecek inşa etme iddiası olan liderliği; geniş pazarın önemini, merkezi coğrafi konumun üstünlüklerini, dünyaya ve dışa açık işbirlikleri potansiyelini, nitelikli işgücünün işe değer katmasını, teknolojik uyumun rekabet gücü yaratmasını, yüksek yaratıcı yenilikçiliği, ileri düzeyde gelişmiş altyapıyı, yüksek düzeyde hukuk güvencesini, gelişmiş bir orta sınıfın rolünü, küresel marka ve imaja sahip olmayı, bilgili ve temas halinde olan halk bilincinin ortak gücünü zihinlerimizde diri tutmalıyız.
“Kötü haberin iyi haberden daha çok satılmasını” önlemek, “kolay sindirilebilir içerik yerine düşünce geliştiren, organizasyon becerilerimizi artıran ciddiyete yönelmek” ve “ yaptığımız işe anlam katmak”, “ilgimizin çalınmasını” engellemek istiyorsak, kolaycılığı bir yana bırakıp daha iyi bir gelecek için bağlantılarımızı, iletişim-etkileşimlerimizi, rekabet stratejilerimizi ve işbirliği olanaklarımızı değerlendiren yeni yollar bulmalı ya da yeni yollar açmalıyız.