İktisadı bilmek
İktisat nedir sorusuna Nobel ödüllü Gérard Debreu “iktisadi tarihten matematiğe” geniş bir spektrumdur cevabını vermişti. İktisadı ‘faiz indi kur çıktıdan’ ibaret zannedenler için haber vereyim. İktisat (economics) öyle veya böyle, beğenilsin beğenilmesin bir entelektüel matris oluşturur ve sosyal bilimleri yatay ve dikey olarak keser. Eski klasik ekonomi politik faydalıdır ama neoklasik iktisadın (economics) da bir politik ekonomisi vardır. Siyasal bilimler de böyle görülebilir. Bir siyaset bilimi vardır. Klasiktir. Zamanının bilimlerine paralel kurgulanabilecek bir 'yeni yönetim işleyişinden', 'siyasal aritmetikten' dem vurur. Burada Marsilio’dan Machiavelli’ye Hobbes’tan Madison’a bir ve aynı tarzdan veya kipten bahsedilebilir. Keza bir formel siyaset bilimi de vardır. Modern siyaset bilimi daha çok bu sonuncusudur. Burada örneğin seçmen davranışından ABD siyasal sisteminin tasarımına, ekiplerde teşviklerden çok kanatlı partilerde dengeye, kazanmak isteyen siyasetçilerle prensipleri savunmayı öne çıkaran aktivistlerin aynı partide nasıl birleşebildiklerine, koalisyon oluşumuna odaklanan hem analitik-matematiksel-teorik hem de ampirik araştırmalar yer alır. Bir araştırmacı, muhtemelen hayatının çeşitli dönemlerinde, bu konuların hepsine el atabilir.
Paralel olarak, çoğunlukla aynı şey olduğu düşünülerek, benzer araçlarla işlenebilen siyaset felsefesi söz konusudur. Örneğin hangi seçim sistemi hangi açıdan uygundur (optimal) sorusuna veya başkanlık sistemini ayakta tutan kurumsal ve hukuki düzenlemelerin mantığına cevap vermeyi deneyen bir entelektüel ‘adalet nedir?’, ‘eşitlik nedir?’ konularını da inceleyebilir. Bunlar aynı alan değildir. Örneğin ‘Bir kooperatif oyunun çekirdeği olarak adalet’ ayrı alandır (siyaset felsefesi) ‘son 20 yılda ekonomik oy verme davranışı geçerli miydi?’ ayrı alandır (siyaset bilimi). Bir de siyasal tarih + siyasal hayat ve kurumlar vardır. Bu sonuncusu genellikle siyasal bilgiler denilen alanın kendisi olarak görülür çünkü ülkemizde diğer alanlar genellikle es geçilmiştir. Bunda “neoklasik” zannedilmelerinin –ne demekse- etkisi olmuş olabilir. Elbette siyasal tarih + hayat ve kurumlar önemlidir çünkü iskelet modelleri, analitik özü ete kemiğe büründürür. Çok uğraşmak istemeyenler için hibrid düşünürler de var. Mesela Ernst Niekisch 1930 civarında söz konusu dört siyasal bilim tarzının çoğunu yatay kesen yazılar yazmıştır. 20. Yüzyılın kilit momentini en iyi analiz edenler arasında sayılmalıdır.
Aynı momentte bir de Carl Schmitt var. Daha baştan “biz Orta Avrupa’da Rusların bakışı altında yaşıyoruz” demesi net biçimde semptomaldir ve ister Alman “muhafazakâr devrimcilerinden” hoşlansın, ister hoşlanmasın, Schmitt’in bir Ernst Junger ve bir Ernst Niekisch ile aynı kaygıları paylaştığını gösterir. 16. Yüzyılın teolojik, 17. Yüzyılın metafizik, 18. Yüzyılın moralist, 19. Yüzyılın ekonomik ve 20. Yüzyılın teknolojik olarak nitelendirildiği, her yeni dönemde geride kalan dönemin temel kavramlarının etkisizleştirildiği, aslında 17. Yüzyıldaki büyük kırılmayla –“Batı rasyonalizminin kahramanlık dönemi”- dinler savaşından kaçışın evrensel bir nötralite aradığı tezleri arka arkaya ileri sürülür. Önemli olan şudur: Batı, politik gücün gizeminden –corpus mysticum- kaçmakta ve kendisine normatif hukukta, Juan Donoso Cortés’in adını koyduğu tartışma ortamında –burjuvazi: una clasa discutidora- bir korunaklı alan aramaktadır. Daha ileri giderek liberal demokrasinin bir uzantısı olan parlamenter demokrasinin düşman/dost ayrımını ortadan kaldıracak bir “tartışma” zemini, siyasi görüşleri açıklama özgürlüğünün –free speech- bir kelime jonglörlüğü, gerçek sorudan –politik gücün şahsileşmesi gereken doğası ve yetkileri; egemenlik- kaçma arzusu olduğunu iddia etmek Schmitt’in düşüncesine aykırı olmayacaktır.
Schmitt şu çarpıcı cümleyi de yüzümüze adeta fırlatır: “Ruslar Avrupa’nın 19. Yüzyılını kelimesi kelimesine (ciddiye) almışlar, temel fikirlerini kavramışlar ve kültürel çıkış noktalarından (mantıksal) uç sonuçları çıkarmışlardır.” Böylece teknikçi ve Avrupa tarihinde hiçbir monarkın yönetmediği kadar devletçi bir devlet kurulmuştur. Burada SSCB bir Aydınlanma fikrinin mantıksal sonucuna götürülerek ete kemiğe bürünmesi olarak nitelenir ve Schmitt tarafından elbette olumsuzlanır. Kendi tezine göre teolojiden metafiziğe, moralden ekonomiye gelen Batı Avrupa düşüncesinin bu halini zaten beğenmeyen Schmitt’in estetik-ekonomist-teknikçi eğilimin uç örneği olarak gördüğü, teknikçilikte somutlaşan bir ekonomizm vaaz ettiğini düşündüğü SSCB’yi olumlaması beklenemezdi.
Schmitt iktisat teorisiyle daha yakından ilgilenseydi başka görüşleri savunabilir miydi? Belki.