İktisaden dev, stratejik bakımdan cüce

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Soğuk Savaşın sonra ermesinin iki kutuplu dünyanın da sonunu getirdiği düşünülmüştü. Sovyetlerin yıkılmasını izleyen dönemdeki gelişmeler bu değerlendirmeyi doğrular nitelikteydi. Önceleri kutupların ortadan kalkmasının Amerika’nın başında bulunduğu tek kutuplu bir dünyanın oluşmasına yol açacağı tahmin edildi. Fakat, kısa süre içinde iki kutupluluğun dialektik bir ilişki olduğu, kutuplardan birinin çökmesinin öbürünün de zayıflamasına yol açtığı görüldü. Gelişmeye başlayan yeni dünya düzeninde her biri kendi bölgesinde önemli olan güçler arasında rekabet olacaktı ama iki kutupluluk kalmamıştı.

Avrupa’daki güçlü stratejik mevcudiyetini sürdürmeye ilgisini kaybederek dikkatini önce Pasifik bölgesine kaydırıp, daha sonra da tecrit (izolasyon) siyasetine yönelmesi sonrasında, Amerika’nın Avrupa savunmasında yarattığı boşluğu AB’nin doldurması makul gözüküyordu. Her ne kadar, mantık AB’nın Kıta’nın güvenliğini sağlamakta daha kararlı bir konuma gelmesini emretse de, bu sonuç gerçekleşmemiştir. Şu anda karşımızdaki durum ise bunun tam tersidir. ABD, gerek Avrupa gerek Asya’daki piyasa ekonomisinin egemen olduğu rekabetçi siyasi sistemlerin önderliğini üstlenmiştir. Dünya SSCB’nin yerini Çin Halk Cumhuriyeti’nin aldığı iki kutuplu bir düzene doğru ilerlemektedir. Görünüşe göre, oluşmakta olan düzende Rusya Çin’in ancak ikincil bir ortağı olacaktır. Buna karşılık, AB sessizce Amerikan liderliğine boyu eğmektedir. Hatta, geleneksel tarafsızlar İsveç ve Finlandiya dahi NATO’ya katılma kararı almışlardır.

Birlikte ele alındığı zaman, AB üyesi ülkelerin iktisadi gücü ABD’den geri değildir. Buna rağmen, bu ülkeler kendi güvenliğini de sağlayabilen küresel bir güç merkezi oluşturmayı başaramamaktadırlar. Bunun sebebi nedir? Doğal olarak, çok sayıda nedene işaret edilebilir ama bazıları diğerlerinden önemlidir. Biz de bunlar üzerinde duralım. İlkin, AB’nin kurulması ve ABD tarafından hararetle desteklenmesinin ardındaki temel dürtülerden biri iki dünya savaşına yol açan Fransız-Alman rekabetinin sonlandırılması idi. Birliğin kurulmasının altında yatan zımni anlayış, iktisaden çok güçlü olan Almanların bu olanaklarını askeri güce dönüştürmeyecekleri idi.

Bu anlayışa Almanlar muhtemelen üç nedenle titizlikle uymuşlardır. İlkin, Soğuk Savaş esnasında Amerika’nın nükleer gücünü de kapsayan imkanlar olmadan Avrupa savumasının mümkün olmadığını değerlendirmişlerdir. İkincileyin, Almanlar iktisadi imkanlarını savunma alanına yatırmak yerine iktisadi büyümelerine tahsis etmekten mutluluk duymuşlardır. Üçüncü olarak, fazla silahlanan bir Almanya, kafalarından İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini hiçbir zaman tamamen silememiş Avrupa ülkeleri arasında rahatsızlık yaratabilirdi. AB’ye bakacak olursak, her üyenin dış siyaset ve güvenlik önceliklerini birliğin tercihlerine göre yönlendirmeye hazır olduğu bir bütünleşme düzeyine erişilmediği gerçeği karşımıza çıkar. Her üyenin kendisine özgü dış politika ve güvenlik öncelikleri bulunuyor. Özellikle daha güçlü üyeler kendi farklı dış siyasetlerini izlemeyi tercih etmekte ve sahip oldukları askeri imkanları da korumak istemektedirler. Bu bakımdan Fransa’nın tutumunu, sorunun özünü ortaya koymak bakımından özellikle ilgi çekicidir. Fransızlar Avrupa’nın “stratejik otonomi”ye sahip olmasını istiyorlar. Bundan kasıt Amerikan stratejik önderliğinden ve Amerikan nükleer korumasına bağımlılıktan kurtulmaktır. Nükleer güçlerinin çok sınırlı olmasına ve konvansiyonel imkanlarının yetersizliğine rağmen, Avrupa’nın güvenliğini sağlama sorumluluğunu üstlenebileceklerini düşünmektedirler. Aslında Almanların en çok çekindiği olasılık olan bir Rus saldırısı karşısında bu güç direnemez. Tabii, buna ek olarak, diğer ülkelerin topluluk içi mutabakatı diğerlerinin kendisinin istediklerini kabul etmeleri şeklinde anlayan bir Fransız yaklaşımına teslim olmaya ne kadar hazır oldukları da tartışılabilir.

Son olarak, NATO’ya üye olan iki büyük Avrupa gücü, AB üyesi değildir. Bu iki gücün katkısı olmadan Avrupa güvenliğini sağlamak zordur. Türkiye büyük bir konvansiyonel güce sahiptir. Doğu Akdeniz’de de stratejik bir konumdadır. Ayrıca Karadeniz’e giriş-çıkışları denetleyebilmektedir . İngiltere ise Atlantik’in güvenliği açısından vazgeçilmezdir.

Böylece hangi sonuca varıyoruz? Karşımızda iktisadi bir dev ve güvenlik alanında bir cüce bulunuyor. Bu durumun yakın gelecekte değişmesini beklemeli miyiz? Pek muhtemel değil. Ukrayna’daki çatışmayı değerlendiren ABD, Avrupa güvenliğini güçlendirme gayretlerine öncülüğü üstlenerek liderliğini perçinlemiş görünüyor. Diğer üyeler de şimdilik bu durumdan pek şikayetçiymiş gibi görünmüyorlar.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Şerefli yalnızlık 23 Eylül 2024