İklim teknolojilerinde en yüksek potansiyelli orta gelirli ülke: Türkiye
Türkiye’de iklim teknolojileri nasıl gidiyor? Bu hafta Startups Watch, 2024’ün ilk 9 ayına ilişkin teknoloji yatırımları raporunu açıkladı. Türkiye’deki verilere baktığımızda ilk sıralarda fintek, e-ticaret ve oyun gibi dikeyler sıralanırken, yatırım miktarı açısından, iklim teknolojileri ilk onda dahi kendine yer bulamamış. Yatırım sayısı açısından incelediğimizde ise iklim teknolojilerinde geçen seneki sayıyı neredeyse ikiye katlamışız. Hatta iklim teknolojileri, finteki bile geride bırakmış. Fakat bunlar küçük, tohum aşamasındaki yatırımlar. Yani parasal karşılıkları oldukça düşük. Halbuki iklim teknolojileri, yapay zekâ ve savunma teknolojileriyle beraber dünyada şu an paranın aktığı üç alandan biri. Daha önemlisi, ülke olarak bu alanda potansiyelimiz büyük. Gelin açıklayalım.
Malumunuz, Dünya Bankası “orta gelir tuzağı” konulu Dünya Kalkınma Raporu’nu Ağustos’ta yayımladı. Ben de rapor hakkındaki görüşlerimi bu köşede kaleme almıştım. Raporda Türkiye’nin örnek gösterildiği iki konu vardı: Birincisi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin lisans eğitimi sürecindeki staj sistemiydi. Bu konu, medyamızda oldukça dikkat çekti. Fakat, ikinci başlık olan, iklim teknolojilerinde Türkiye’nin potansiyeline dair değerlendirmeler ise gözden kaçtı.
Dünya Bankası’na göre iklim teknolojisine dayanan ürünlere dünyada olacak talep artışından en çok faydalanabilecek orta gelirli ülke Türkiye. Bu değerlendirmeyi de orta gelirli ülkelerin belli ürünlerdeki “karşılaştırmalı üstünlüklerini” inceleyerek yapmışlar. Eğer bir ülke iklim teknolojileri alanında teknolojik açıdan gelişmiş ve çok sayıda ürünün ihracatını yapabiliyorsa o ülkenin “rekabetçi” avantaja sahip olduğu belirtiliyor. Buna göre Türkiye, iklim teknolojileri alanında, Bulgaristan, Hindistan ve Meksika’nın ardından 4. sırada yer alıyor. Daha önemlisi, bir ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu ürünlerin iklim teknolojilerindeki ürünlere ne kadar yakın olduğu incelenmiş. Bu da mevcut becerileri itibariyle incelemeye konu olan ülkenin, ileride küresel talebin artacağı iklim teknolojisi ürünlerine ne kadar çabuk geçiş yapabileceğine dair soruyu yanıtlıyor. Bu açıdan bakıldığında da Türkiye’nin en yüksek potansiyele sahip ülke olduğu görülüyor. Burada tabii, Çin’i kategori dışı bırakıyoruz. Çünkü geçen ay yazdığım gibi Çin’deki fazla kapasite zaten endüstrilerde küresel dengeleri alt üst ediyor.
İklim teknolojilerinin içinde güneş, rüzgâr, jeotermal, pil gibi hızla ölçeklendirilebilecek standart teknolojik ürünler de nükleer füzyon, yapay et, gübresiz tarım, atık yönetimi, çevreyi kirletmeyecek materyaller gibi daha yeni geliştirilmekte olan standartlaşmamış ürünler de var. İkinci kategorideki teknolojiler için üniversitelerinizin çok güçlü olması gerekiyor. Bu yönüyle ilk kategoride yer alan teknolojiler bize daha uygun. Burada tek rakibimiz ise Çin diyebiliriz. Çin’in bu konularda dünyada karşılaşmaya başladığı ticaret engellerini dikkate alırsak potansiyelimizi daha iyi görebiliriz.
Peki, iklim teknolojilerini geliştirmek için ne yapmalıyız? Öncelikle kamu politikaları açısından iklim değişikliğinin ciddiye almak gerekiyor. Örneğin, diğer gündemleri bırakıp bekleyen kanuni düzenlemeleri acilen yapmak lâzım. IMF’nin 2000-2021 yılları arasında 40 ülke ve 5 sektörde yaptığı bir araştırma, özellikle ARGE teşviği gibi somut finansman sağlayan kamu politikalarının iklim teknolojilerinde patent sayılarını artırdığını ortaya koyuyor.
İkincisi, büyük enerji şirketleriyle inovasyon yapan girişimler arasında iş birliklerini artırmak gerekiyor. Bu iş birliğinin ise “inovasyon tiyatrosu” şeklinde etkinliklerle değil, gerçekten ve kurumsal olarak yapılması lâzım. Bunun da tek yolu, mevcut enerji ya da ağır sanayi şirketlerinin kendi namlarına gelecekten endişe duyması. Yoksa bu şirketler, muhtelif kamu imtiyazları sayesinde bugün zaten çok iyi kazanıyor. Yarın eski usulle kazanamayacakları mesajının devlet tarafından net olarak verilmesi lâzım ki, kendilerini kurtarmak için inovasyona açık olsunlar.
Üçüncüsü, iklim politikaları bugün aynı zamanda korumacılık anlamına geliyor. Avrupa Birliği (AB) de bu korumacılığın başını çekiyor. Mesela AB’de yeni çıkan paketleme ve paketlerin geri dönüşümü kuralları, bizim geri dönüşüm yapan plastikçilerimizi sıkıntıya sokacak. AB diyor ki, “geri dönüşmüş plastik, AB’de geri dönüştürülmüş plastik demektir.” Eğer geri dönüşüm AB dışındaysa, bu işlemin standartlarını ben tek tek kontrol ederim. Yarın benzer bir kural, çelik için de çıkacak. Biz de demir çelik sanayiinde hep hurda çelik kullanıyoruz. Bu sektörlerimizin iklim teknolojileriyle dönüşebilmesi için ürünlerini de AB’ye satabiliyor olmaları gerekiyor. Onun için de Brüksel’de yeni lobi kanallarına ihtiyaçları var.