İkiz açık
Hem bütçe açığı hem de dış ticaret açığı vermek ve paranın değerini korumak mümkün olmaz. İkiz açık vermek ve bu açıkları birkaç sene sürdürebilmek sadece rezerv para olan doları basan ABD için söz konusu olabilir. Orada bile bütçe dinamiğinden kaynaklanan bir döngü oluşabileceği için bütçe açığı bir eşik değere yaklaştığı zaman alarm verilir. Türkiye 2002-2007 döneminde IMF-Derviş programıyla bütçe açığını kapatmış, faiz dışı fazla vermiş ve borç sürdürülebilirliğini sağlamıştır. Ancak bu dönemde dış ticaret açığı ve cari açık hızla artmıştır. 1990’larda durum tam tersiydi. Sonuçta bir açık gitti başka bir açık geldi.
Bu gelişmede tek etken kur değildi. ABD’nin para basması ve ayrıca dünyadaki tasarruf bolluğu nedeniyle tüm gelişmekte olan ülkelere düşük maliyetle para girişi olması nedeniyle TL’nin değer kazanması tek neden değildi. Değerli TL o dönemde ithalatı artırmış ihracata da bir ölçüde köstek olmuştur fakat tek neden bu değildi. Esasen ihracatın kur elastikiyeti yüksek sayılmaz. Dolayısıyla o dönemden bakınca gelecekte bu durumu değiştirecek, ihracatı artıracak veya ithalatı azaltacak tek etken de kur değildi. Dikkat edersek TL’nin IMF programına bağlı kaldığımız ve bu sayede dünyadaki sermaye akımlarından orta düzeyde fayda sağladığımız dönemin AKP’nin başarı öyküsü yazdığını söylediği temel dönem olduğunu görürüz. Konut ve araç kredileri o sırada patlamış, değerli TL ve çok hızlı kredi genişlemesiyle Anadolu’da büyük bir zenginlik havası (illüzyonu) bu dönemde oluşmuştur. Dönemin sonuna doğru 1 TL = 1 dolar olacak söyleminin ortalıkta dolaşmakta olduğunu hatırlayabiliriz.
2008 yılında bu manzara değişmeye başladı. Lehman sonrası yaşanan resesyon nedeniyle cari açık daraldı ve böylece ikiz açık –hem bütçe açığı hem dış açık- yaşanmadı. Bütçe açığının hızla arttığı bir dönemde cari açık bu kadar net biçimde düşmeseydi sorun çok daha büyük olacaktı. 2008 sonbaharından itibaren o zamanlar etkin olan politika faizi dış dünyaya paralel olarak hızla düşürüldüğü için bankalar önemli kar yazdılar ve takibine geçilen alacaklarla ilgili Ocak 2009 zorunlu karşılık düzenlemeleri karın erimesini engelledi. Evet, bankalar genellikle faiz düştüğü zaman kar yazarlar. Nitekim politika faizinin hızla düştüğü sırada eldeki bonoların değeri hızla artmış ve 2009 sonunda bankacılık sistemi nominal yüzde 49,5 daha fazla kâr etmişti. Enflasyon düşüktü: 2009’da ortalama yüzde 6 kadar. Öz kaynaklar trendin yüzde 15 üzerinde artmıştı. Böylece sermaye yeterliliği yükseldi ve 2010 yılında kredilerde gaza basıldı. Zaten Lehman sonrası 3-4 yılda dünyada sermaye akımları daraldı ancak daralan pastadan gelişmekte olan ülkelere giden pay arttı. Bu da yardım etti ve 2011 seçimlerine böyle gidildi.
2008’de de 2009’da da IMF’ye başvurulmamıştı. 2020’de pandemi koşullarında da bu yapılmadı. Yine gidilmedi ve kriz yine atlatılmış göründü. Ancak aradan geçen on senede stres birikmiş ve zaten ilk andan beri, yani 2001, modele içkin olan zayıflıklar yapısal hale gelmişti. Modelin barutunu tükettiği 2014 yılında da belliydi ama devam edildi. Son iki-üç yılda olanlar ayrı bir konu.
Nasıl olabiliyor? Neye güveniliyor olabilir? Mekanizma şöyleydi: Döviz borcu yükseliyor, kur artıyor, faizler kuru ve enflasyonu tutabilmek için fırlıyor, iç talep hızla düşüyor, resesyona bile girilebiliyor. Ama sonra ‘iş çevrimi’ hükmünü icra ediyor; dünyadaki ortam da uygunsa bir şekilde normale dönüyoruz. Elbette hasar kalıcı oluyor ve zaman kaybediliyor. Ancak çarklar yeniden dönmeye başlayabiliyor. Geçmişte böyle olduğu için şimdi de olur diye düşünülüyor olabilir. Yani sanki otomatik bir düzeltme mekanizması var diye düşünülebilir.
Acaba öyle mi? Geçmişteki geri dönüşler aynı anda hem dış açık hem iç açık verilmediği için gerçekleşmiş olabilir mi? Bütçe açığının hızla arttığı dönemlerde cari açık daralıyordu ve tersi. Yani ana hatlarıyla böyleydi. Nitekim grafik çizdirince bir “makas” çiziyor. Keza dış borç servisi arttığı zaman –yani özel sektör net borç ödeyicisiyken- özel sektörün kısa vadeli borcunun oranı azalıyor. Bu da bir “makas”. Sırasıyla son 27 senede 5 ve 3 “makas” dönemi var. Ancak şimdi durum değişti. Bütçe açığı enflasyona ve dövize endeksli iç borcun payı hafifçe artarken kur ve enflasyon büyük bir hızla sıçradığı için iç borç stokundaki pay artışının çok üzerinde bir bütçe yükü yaratıyor. Bu artık “ikiz açık” demektir. İkiz açık saptaması yapıldığı andan itibaren geçmişin otomatik düzenleyicileri devreden çıkar. Biriken yükümlülükler geleceğe düşük potansiyel büyüme ve yüksek enflasyon olarak devreder.