İki öncelik: Kısa vadede fiyat istikrarı, orta vadede tuzaktan çıkış
Ekonomi aylardır seçimlerin gölgesinde kalmıştı; şimdi sıra ekonominin öncelikli meselelerinin çözümüne yönelik adımları atmaya geldi. Türkiye ekonomisinin çok sorunu var ama bunlardan ikisi öne çıkıyor. Birincisi fiyat istikrarının sağlanması ve enflasyonun “makul” seviyelere çekilmesi. İkincisi ise Türkiye’nin 15 yıldır içine bulunduğu “orta gelir tuzağı”ndan çıkarılması.
Birinci öncelik kısa vadede alınacak aksiyonları gerektirir. Oluşturulacak yeni ekonomi yönetiminin para, kur, maliye ve gelirler politikalarını süratle fiyat istikrarını sağlamaya odaklamalarını gerektiriyor. Burada akla “Yeni hükümet gelecek yıl Mart ayında yapılacak yerel seçimler öncesi bu yönde adımlar atmaktan çekinir mi?” sorusu geliyor ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim gecesi yaptığı konuşmada, enflasyon sorununa işaret etmesi bu konuda “idare etmek” yerine hemen aksiyon alınmaya başlanacağı beklentisini güçlendiriyor.
İkinci öncelik ise daha orta ve uzun dönemli bir bakış gerektiriyor: Türkiye’nin orta gelir tuzağından çıkışı.
Orta gelir tuzağı bir ülkenin kişi başına düşen milli gelirinin düşük seviyelerden orta düzeylere yükseldikten sonra orada takılıp kalması ve bir üst kademeye geçememesidir. Türkiye ekonomisinde yaşanan da budur. Ekonomi 2001 krizi sonrası reformların ve verimlilik artışının etkisiyle düşük-orta gelir grubundan, üst-orta gruba yükseldi. 90’ların sonu ve 2000’lerin başındaki 2 bin-3 bin dolar seviyelerinden 10 bin-12 bin dolara kadar yükselen kişi başına milli gelir 2008 yılından beri o seviyelere takıldı kaldı. Hatta son yıllarda geriledi. Yani Türkiye 15 yıldır orta gelir tuzağında olan bir ekonomiye sahip.
Durumu açıklayan bazı çarpıcı veriler var. Mesela bizde Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı yüzde 1 civarında bulunuyor. Oysa yüksek gelir grubundaki gelişmiş ekonomilerde bu oran yüzde 1.5 ila 3.5 arasında değişiyor. Demek ki bizi üst kademeye taşıyacak yüksek teknolojili ve katma değerli ürünleri üretemiyoruz. Kadınların işgücüne katılım oranı bizde yüzde 30’larda, gelişmişlerde ise 50’nin üzerinde. İşgücü piyasamız yeterince esnek değil, hatta OECD’ye göre mevzuat olarak en katı olanı bizimki. Yurt içi tasarruflar yetersiz olduğu için yatırımlar daha çok dış tasarruflar ile finanse edilmek zorunda kalınıyor. İmalat sanayi içinde yüksek teknoloji sektörlerin payı bizde yüzde 2-3 düzeyinde. Gelişmiş ekonomilerde ise bu oran çift haneli rakamlarla ifade ediliyor. Bu küresel rekabet ortamında ucuz mal üreterek yüksek gelir grubuna girmek mümkün değil. Eğitim kalitesini gösteren skorlarımız yüksek değil. Dolaylı vergilerin payı yüksek; yani kayıt dışılık fazla ve doğrudan vergi tabanı dar. Çalışanların neredeyse yüzde 40’ı ve kayıt içindekilerin ise yarıya yakını asgari ücretten gösteriliyor. Bu tablo ile ve ekonominin mevcut yapısı ile bu tuzaktan çıkıp 25 bin dolarlık kişi başı gelir seviyesine ulaşması mümkün görünmüyor. Verimlilik düştü; bir üst kademeye çıkabilmek için tekrar verimlilik artışlarını yakalaması gerekiyor.
Kısacası, tuzaktan çıkış için yapacak çok iş var. Ekonominin üretim kapasitesini artırabilmek için enerji ve işgücü verimliliğini artıracak, vergi tabanını genişletip, kayıt dışını azaltacak reformları devreye sokmak gerekiyor. Ama önce fiyat istikrarını sağlayıp Türkiye’yi bir yüksek enflasyon ülkesi olmaktan kurtarmak lazım. Çünkü fiyat istikrarı sağlanamadıkça yüksek büyüme sürdürülebilir olamıyor.