İki kritik tarih
ABD, hem Ukrayna Savaşı, hem de Ortadoğu'daki kaosta, alanda bizzat asker bulunmuyor olsa da, "ana aktör" konumunda; Ukrayna meselesinde ABD'den Zelensky yönetiminin "baş silah tedarikçisi" olarak bahsetmek yanlış olmaz.
Ortadoğu'da ise, Netenyahu hükümetinin Gazze ve Lübnan'ın güneyindeki askeri operasyonlarına silah sağlayan Washington yönetimi, Tel Aviv-Tahran gerginliğinde de kendisini "İsrail'e koruma kalkanı kurmaktan" sorumlu ilan etmiş durumda.
Dolayısıyla, her iki çatışmanın gidişatı da, öncelikle 5 Kasım'da yapılacak ABD Başkanlık seçimlerine, ardından da 20 Ocak 2025'te gerçekleşecek Başkanlık devir-teslimiyle yakından ilişkili.
İsrail'in İran'a yönelik doğrudan misillimesine ilişkin Amerikan belgelerinin tam da 5 Kasım seçimlerine günler kala sızmasını, üstelik bu belgelerinin "gerçek olduğunun" da Washington tarafından doğrulanmasını bu açıdan okumak mümkün; Belli ki Washington'da İsrail'in Amerikan seçimlerini zora sokacak bir adım atmasından endişe duyanlar var.
Çatışmalar ne zaman biter?
Başkan Biden'ın ikinci dönem için aday olmaması nedeniyle, 5 Kasım'da kim kazanırsa kazansın, 20 Ocak'ta bir "Başkanlık devir teslimi" olacak. Hem Ukrayna, hem Ortadoğu'da çatışmaların bu tarihe doğru hız kesmesini de beklemek yanlış olmaz; Seçimleri Trump da kazansa, Kamala Harris de alsa, uluslararası aktörlerin "yeni Başkan'ın yeni politikalarının kendi aleyhlerine" olmasını istemeyecekleri kesin.
Ukrayna savaşında zaten Zelensky'nin sürekli bahsettiği "zaferin" koca bir yalandan ibaret olduğunu AB üyeleri bile dile getirmeye başladı. Berlin'de gerçekleşen ABD-İngiltere-Almanya-ABD zirvesinden somut birşey çıkmaması da, savaşın asıl azmettiricilerinin bile bu zaferden ne kadar "kuşkulu" olduklarının somut göstergesi. 5 Kasım ABD seçimlerinden hemen sonra Ukrayna için "ateşkes" söylemleri başlarsa kimse şaşırmasın.
Ortadoğu'da ise çatışmanın Gazze'nin kuzeyi, Lübnan'ın ise güneyinde İsrail'in kendini "görece güvende" hissedeceği iki tampon bölge kurmasıyla yavaşlayacağını tahmin etmek mümkün. Hizbullah'a büyük darbe vuran, Gazze ve Hamas'ı darmadağın eden Netenyahu hükümeti, yakın zamanda bir "İran zaferi" olmayacağının farkında. İran'ın kurduğu "direniş ekseninin" dağıtılması, böylece Tahran'ın "etki alanının" sınırlandırılması Ortadoğu çatışmasındaki ana amaç gibi duruyor. İsrail operasyonlarının gidişatı, bu amacın da yakın olduğunu gösteriyor.
Türkiye'nin duruşu
Türkiye'de AK Parti hükümeti ise, iç politik saiklerle Filistin meselesinde sürdürdüğü "hamaset" söylemine rağmen, asıl duruşunu "Batı kampından yana" almış bir çizgi ortaya koyuyor;
Yaz aylarında öldürülen Hamas siyasi büro şefi İsmail Haniye'ye yapılan anma ve yüceltme eylemlerinin aksine, Hizbullah'ın efsane lideri Nasrallah için doğru dürüst bir başsağlığı bile dilenmemiş olması, Hamas'ın son lideri Yahya Sinwar'ın öldürülmesinin de AK Parti nezdinde "rutin bir ölüm" muamelesi görmesi bunun somut kanıtları. Ankara da Ortadoğu'da "moral üstünlüğün" olmasa bile, el üstünlüğünün Batı'da olduğunun farkında. Pozisyonunu da buna göre belirliyor.
Buna ayrıca Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un İstanbul ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı mülteci çıkışını da eklemek gerek elbette; Ülkesindeki ırkçı parti AfD'nin birbiri ardına eyalet seçimlerini ya kazanması, ya da ikinci parti çıkmasından bunalmış Sosyal Demokrat Başbakan Scholz'un mülteci meselesinde bir "çıkışa" çok ihtiyacı vardı. Erdoğan, Suriyeliler'in ardından Lübnan'dan gelecek mülteciler için de "kapıların açık olacağını" söyleyerek, Alman Başbakanı'na doğrudan "siyasi bir hediye" sunmuş oldu.
Filistin meselesinde söylemde Almanya'yı en az ABD kadar eleştiren AK Parti hükümetinin, Almanya Başbakanı'nın ziyareti sırasındaki açıklamalarda kullanılan ifadeleri "büyük ölçüde yumuşatmış olması" da önemli.
Scholz İstanbul'dan, geldiğinden daha rahat şekilde ayrıldı. Önümüzdeki dönemde, Ankara-Berlin ilişkilerinde yaşanacak yeni ivme, Türkiye'nin AB ilişkilerine de, Batı kampı içindeki durumuna da yansıyacaktır.
Ekonomik krizle mücadele eden Erdoğan hükümetinin de zaten bu günlerde en çok ihtiyaç duyduğu unsur, Batı'da "meşruiyet" değil mi zaten?