İflas bayrağını çekmeden önce
Asgari ücretin net 4250 TL olarak açıklanışı pek çok insanda pek çok değişik duygu ve düşünce uyandırdı… İşçilerin ve sendikaların bir kısmı yüzde 50’lik bir artışa sevindi kutladı, bazıları ise mevcut ekonomik gerçeklikte az buldu ve insanları hala yoksulluğa mahkum ettiğini söyledi. Her iki kesime hak vermemek elde değil. TÜRK-İŞ Kasım 2021 “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı yani açlık sınırı 3192 TL. Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı yani yoksulluk sınırı ise 10.396 TL. Açlık sınırında olan bir insanın bunun üstünde kazanması sevindirebilir ama neyle ısınacak, ne giyecek, ne okuyacak, interneti, televizyonu, telefonu? Bu duruma ben sevinemem.
Öte yandan pek çok işvereni de endişeye sürükledi, asgari ücretteki artışın diğer çalışan maaşlarına dalga etkisinin ne olacağını kara kara düşünmeye, iş modelini yeniden gözden geçirmeye başladı. Bir genç kadın sosyal girişimci demiş ki “Benim şu anda çalışanların maaşların tamamını ödeyebilmem mümkün değil. Mühendise ne kadar vereceğiz mesela?” diğeri yanıt vermiş “Günlerdir maaş skalasını silip silip yeniden oluşturuyoruz artık çok kızgınım.” Bir başkası da artık “işten çıkarmaları seyret” derken diğeri “korkuyorum insanlar kayıtdışı ve iyice kırılgan şekilde çalıştırılır bu durumda, mevcut sistem ancak bu şekilde tepki verir sanki…” demiş.
Artan asgari ücret ve maliyetler ise kimi işvereni ise çok daha derinden üzdü… Bu durumda kepenk kapatmak zorunda olduğunu gördü. Görünüşe göre işletmeler ya istihdamı azaltmak ya faaliyeti yavaşlatmak zorunda kalacak, ya da işletmeyi kapatacak. Bu durumda artan işsizlik, düşen alım gücü ve yükselen maliyetler ekonomiyi daha da yavaşlatacak. Peki bu karmaşık ve ezici ekonomik durumdan çıkış var mı? Çözüm nerede? Karmaşık sorunları bir çırpıda çözmek zor. Ancak zorluklar kendi içinde yaratıcılığı da barındırır. Ekonomik krizlerde dayanışma ağlarının güçlendiğini, ekonominin yerelleştiğini, alternatif yerel para birimlerinin doğduğunu biliyoruz. Daha önce bahsettiğimiz türetim ekonomisi bunun için etkili çözümlerden biri, ancak inşası halen süren bu ekonomide, şu andaki sorun için hızlı sonuç almak mümkün değil. Fakat işletmelerin daha hızlı yapabileceği bir hareket var… O da işletmelerinde çalışanları işletmelerine ortak etmek, ve zorlukları beraber göğüslemek, çalışma koşullarını ve ücretleri birlikte belirlemek. Ortaklık, patron-işçi kutuplaşmasını ortadan kaldıracağı gibi, zorlukların karşısında bugün eksik olan demokratik değerlerin ve karar süreçlerinin de daha adil bir şekilde işlemesini sağlayacaktır. Bu yaklaşım, demokratik ve çoğulcu karar alma süreçlerinin tabandan toplumsal kültürümüze nüfus etmesini sağlayarak bizi gelecek ekonomik krizlerden de koruyacaktır belki de... Kısa vadede iflas bayrağını çekmeden önce işçilerimize gidelim, ortak olalım veya kooperatif kuralım…