Hırs ve ötesi (1)
Herkes o travmayı yaşamıştır veya yaşayacaktır. Sağlık görevlisi kolunuzu bir kemerle sıkıp damar ararken siz de yan gözle masaya bakarsınız. Masada, isminizin yazdığı boş tüpleri görürsünüz. “Bunlar herhalde deney tüpleri değil; benden alınacak kanla dolacaklar” diye düşünürsünüz. Damarınızdan kan çıkmadan sanki içinizin bütün kanı çekilir. Bu yüzden çocukluğumdan beri sevmem bu kan aldırma işini.
Elizabeth Anne Holmes da sevmezmiş bu tüpler dolusu kan alma işini. Hatta annesi ve anneannesi, enjektör iğnesini görünce bayılırmış. “Tamam da; kim bu Elizabeth Holmes?” diyebilirsiniz. İşte bu kan tahlili işini tüpler dolusu değil de bir damla kanla yapmak üzere yola çıkmış birisi. Ve bu yolda bir dönem dünyanın en genç milyarderi olarak iş dünyası literatürüne girmiş birisi. Şimdi ise kendisine verilecek hapis cezasını bekliyor evinde. Onun öyküsünü anlatacağım.
Elizabeth Anne Holmes, daha çocukken zengin olmayı kafasına koymuş. Dokuz on yaşlarında iken bir akrabası sormuş: “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?”. Küçük kız düşünmeden cevap vermiş : “Milyarder”. Akraba takılmaya devam etmiş “Ama neden bir cumhurbaşkanı değil?”. Küçük kız bilmiş bilmiş “:Cumhurbaşkanı benimle evlenecek. Çünkü benim milyar dolarlarım olacak” demiş.
Bu milyarder olmak isteyen küçük kızın aslında genlerinde girişimcilik ve zenginlik var. Baba tarafından Macaristan göçmeni Charles Louis Fleischmann’a dayanıyor. Charles, “Fleischmann’s Yeast” maya üreticisi şirketin kurucusu. Aile, yirminci yüzyıl başlarında Amerikan’ın en zengin aileleri arasında imiş. Charles’ın kızı Bettie Fleischmann, babasının doktoru Dr. Christian Holmes ile evlenmiş. Dr.Holmes, kayınpederinden gelen siyasi ve iş çevresi yardımı ile Cincinnati General Hospital ve the University of Cincinnati Tıp Fakültesini kurmuş. Buradan görüyoruz ki, Elizabeth’in genlerinde girişimciliğin yanı sıra bir de tıp damarı var. Anne tarafından da Napolyon’un generallerinden Mareşal Davout’a kadar uzanan bir asker damarı var.
Elizabeth’in ilk çağları Washington D.C. ‘de geçmiş. Baba devlet kurumlarında çalışıyormuş. Çünkü Charles Louis Fleischmann ve Christian Holmes sonrası iki kuşak başarıyı sürdürememiş. Babası Tenneco Şirketi’nde iş bulunca Texas’a göçmüşler. Baba işi dolayısıyla Çin’e çok gidip geldiği için çocuklarının Çince öğrenmesini istemiş. Houston’da yaşarken her cumartesi evlerine bir Çince hocası geliyormuş. Elizabeth, lisede çok başarılı bir öğrenci imiş. Hedefinde Stanford Üniversitesi varmış. Bu okula girmesinde bir ölçüde öğrendiği Çince de yardımcı olmuş. Elizabeth, Stanford Üniversitesi’nin Mandarin programına başvurmuş. Bu Çince programın beş haftası Stanford Kampüsü’nde, dört haftası Çin’de geçiyormuş ve sadece üniversite öğrencileri için imiş. Ancak Elizabeth akıcı Çincesi ile program direktörünü öylesine etkilemiş ki, bir istisna yapıp onu programa kabul etmişler.
Elizabeth, 2002 yılında Stanford Üniversitesi’ne kimya mühendisliği bölümüne kabul edilmiş. Profesör Channing Robertson’dan “Kimya mühendisliğine giriş” dersini almış ve “Kontrollü ilaç salınımı aygıtları” konulu bir seminerine katılmış. Profesörü etkileyerek onun araştırma laboratuvarına girmeyi başarmış. Burada bir doktora öğrencisine yardımcı olarak yarı zamanlı çalışmaya başlamış. Yazın Singapore’daki Genome Araştırma Enstitüsünde staj yapmış. Bu, Asya’nın SARS salgını ile boğuştuğu bir dönemmiş. Orada hastalardan kan ve sürüntü örneklerinin klasik yoldan enlektör ve pamuklu çubukla alındığına tanık olmuş. Bunu yapmanın daha iyi bir yolu olacağını düşünüp durmuş.
Staj dönüşü Houston’da odasına kapanıp, bilgisayarının başına oturmuş. Beş gün odasından çıkmayarak, günde bir iki saat uyuyarak çalışmış. Annesi yemeklerini tepsi ile odasına getirmiş. Bu çalışma sonunda hem teşhis, hem de tedavi yapacak bir cihaz için patent başvurusu hazırlamış.
Elizabeth, Stanford Kampüs’üne dönünce ilk işi patent başvurusunu Prof. Robertson’a ve laboratuvarda araştırmalarına yardım ettiği doktora öğrencisi Shaunak Roy’a göstermiş. Prof. Robertson bir ifadesinde şöyle demiş: “Elizabeth bilim, mühendislik ve teknolojinin benim o ana kadar düşünmediğim bir biçimde sentezini yapmıştı. Elimden binlerce öğrenci geçti. Böylesine rastlamamıştım. Düşleri peşinde gitsin diye kendisini teşvik ettim”
Elizabeth Holmes, düşünün peşine düşmüş. Stanford Üniversitesi’nden ikinci sınıfta ayrılarak 2004 yılında kendi şirketini (Real-Time Cures) kurmuş. İlk çalışanı da Shaunak Roy olmuş. Ona şirketten bir pay da vermiş. Daha sonra da şirketin adını Theranos yapmış. Theranos, İngilizce “Therapy” (Tedavi) ve “Diagnosis” (Teşhis) kelimelerinden türemiş. Theranos, hastalardan tüpler dolusu kan yerine parmaktan alınan bir damla kan ile tahlil yapacak “Edison” denen bir aygıt geliştirmiş. Şirketin 2015 yılındaki değeri 9 milyar ve Elizabeth Anne Holmes’un serveti 4,5 milyar dolar olarak tahmin ediliyormuş. “Forbes Dergisi” onu “Dünyanın en genç, kendi kendini yaratmış milyarderi” olarak tanıtmış. “Inc. Dergisi” ise onu “Geleceğin Steve Jobs’u” diye tanımlamış. Peki, ne oldu?
Elizabeth Anne Holmes, California’daki bir mahkemede IU.S. District Court in San Jose) yargılanıyordu. Jüri kendisini 11 suçlamanın dördünde dolandırıcılıktan suçlu buldu. Yirmi yıla kadar hapsi bekleniyor.
Yukarda anlattığım biçimde başlayan ve zirveleri görmüş bir kariyer yolculuğu böylesine mi bitecekti? İlginç ve acıklı bir hikâye. Ve de çıkarılacak dersler var.
Neler olduğunu, nasıl olduğunu merak ediyorsanız haftayı beklemek gerekiyor.