Hindistan ve ABD yakınlaşırken teknoloji diplomasisi
Bu hafta gündemimizde NATO zirvesi var. Batı askeri ittifakının liderleri Vilnius’ta bir araya geldi. Geçen hafta ise ABD’de önemli bir ikili zirve vardı. Ne yazık ki, Türkiye’deki gündem yoğunluğu nedeniyle gözlerden kaçtı. Hindistan Başbakanı Narendra Modi, ABD Başkanı Joe Biden tarafından en üst düzeyde ağırlandı. Modi, geleneksel diplomatik protokollerin dışında Biden ailesi ile baş başa akşam yemeği yedi, Kongre’ye hitap etti ve neredeyse ABD’de en üst seviyede ağırlanan yabancı bir ülkenin lideri olarak yapılabilecek ne varsa yaptı. Bu çerçevede iki ülke arasında “Kritik ve Yeni Gelişen Teknolojilerde Ortaklık” anlaşması da imzalandı. Gelin, bu anlaşmaya ve Hindistan’ın dış politikasından neler öğrenebileceğimize beraber bakalım. Biden ve Modi, dünyanın “en eski” ve “en kalabalık” demokrasilerinin liderleri olarak buluştular. Gerçekten de Hindistan’da, öyle ya da böyle, kurulduğu 1950’den beri kesintisiz olarak seçimle gelen iktidarlar görev yapıyor. 900 milyon seçmenin bulunduğu ülkede seçimler bir ay sürüyor. Kuşkusuz Hindistan’da yardım karşılığı alınan oylar, dezenformasyon, birçok başbakanın aynı soyadından olması gibi meseleler var. Ancak bu sorunlar Yunanistan’da da var. Hayatına tren istasyonunda çay satarak başlayan Modi de seçimleri iki kere kazanarak dünyanın en kalabalık demokrasisinin lideri oldu. Üstelik çocuğu da yok.
Peki, Modi’nin siyasi gücünü artırdığı 2010’larda ABD cephesinde neler oldu? ABD bu döneme uluslararası ilişkiler açısından Irak’ta yaşadığı hezimetle başlamıştı. ABD’deki üretim işleri başka ülkelere taşınınca da işsiz kalan birçok beyaz opioid ağrı kesicilerin bağımlısı oldu. Buna bir tepki olarak Donald Trump başkan seçildi. Seçildikten hemen sonra da Paris İklim Anlaşması da dahil olmak üzere, neredeyse, ABD’yi liderlik ettiği tüm uluslararası süreçlerden çekti. ABD’de ideolojik kutuplaşma derinleşti. Daha COVID-19 çıkmadan ABD’de ortalama ömür düşmeye başlamıştı. Düşük faizlerle gelir adaleti tamamen bozuldu. ABD’nin en büyük gücü olan teknoloji şirketlerinin bulunduğu San Francisco’da evsizlik krizi nedeniyle şehir merkezinde sokağa çıkmak yürek ister hale geldi. Dahası bu dönemde ABD’nin en yakın müttefiki İngiltere, kendi halkının oyuyla, Avrupa Birliği’nden ayrıldı. Sonuçta ABD’nin imajı bu süreçte önemli ölçüde yıprandı. Başkan Joe Biden’ın Afganistan’dan çekilme kararı sonrasında ise Kabil havaalanında yaşananlar ikinci Vietnam trajedisi benzetmelerine neden oldu. Tüm bu gelişmeleri, ABD’de 4 milyondan fazla diasporası olan Hindistan halkı da yakından takip ediyordu.
Microsoft, MasterCard ve Adobe CEO’sunun Hindistan’da aynı devlet lisesinden mezun olduğunu 2020 yılında bu köşede yazmıştım. Gerçekten de Hindistan’ın iyi eğitimli ve artık ABD’de orta üst sınıf olan diasporası, ülkenin dış ilişkileri açısından önemli bir avantaj. Hindistan’ın diğer iki önemli avantajıysa, hâlâ artan nüfusu ve yükselen gelir düzeyiyle önümüzdeki dönemde büyüyeceği kesin olan bir pazar olması ve Çin’e karşı stratejik konumu. Hindistan ve Çin askerleri en son 2020’de Himalayalar’daki sınırda taş ve baltalarla çatışmıştı. Sonrasında Modi, Çin’e tepki olarak Hindistan’da TikTok’u yasaklamıştı. İşte bu nedenlerle ABD bugün Hindistan’ı el üstünde tutuyor. Amerikan şirketlerini de Çin’deki değer zincirlerini Hindistan’a kaydırmaya özendiriyor.
ABD ile Hindistan’ın imzaladığı “Kritik ve Yeni Gelişen Teknolojilerde Ortaklık” anlaşmasının önemi de işte bu değer zincirlerine ilişkin. Anlaşmaya göre ABD, Hindistan’da iletken (çip) tasarımını, üretimini ve fabrikasyon ekosistemi oluşturulmasını destekleyecek, iki ülke insanlı uzay uçuşu ve Ay’da ticari yatırımlar üzerine iş birliği yapacak ve kuantum teknolojisi, 5G ve 6G üzerine ortak araştırmalar gerçekleştirilecek. Ayrıca ABD ve Hindistan’ın TÜ- BİTAK’ları ortak bir araştırma ajansı kuracak. Hatırlayalım: 1977’de Amerikalılar ile İsraillilerin kurduğu benzer bir kurum olan BIRD sayesinde İsrail bugünlerde dünyanın en büyük teknoloji merkezlerinden biri haline gelmeyi başardı.
Tüm bunlar Türkiye için ne anlama geliyor? İlk olarak, ABD’nin kendi iç dinamiklerinin de etkisiyle dünyada değişen konumunu iyi okumamız gerekli. Bence bunu gayet de iyi yapıyoruz. İkinci olarak, bu değişen konuma göre atacağımız adımları kendi ekonomik ve teknolojik kapasitemize göre tasarlamamız lâzım. Yani gelişen kritik teknolojilerin ve değer zincirlerinin dış politika ile bu kadar iç içe geçtiği bir dönemde, ikili siyasal ilişkilerimizi bu kavramlardan bağımsız düşünemeyiz. Üçüncü olarak, ABD ile ilişkilerimizde her zaman geri kalan alan artık ayan beyan görünüyor: Teknolojik iş birliği. Türkiye ve ABD arasında özel sektör iş birliğini katalize edecek örnekler ve teknoloji diplomasisi araçları mevcut. Bunları iyi gözlemleyip kullanmamız gerekli. Tabii ki, bu ilişkileri sadece ABD özelinde geliştirmek zorunda değiliz. Yeni dış politika ikliminde, özellikle kısa vadede, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanı sıra Çin ve Hindistan da teknolojik iş birliğinin geliştirilebileceği ülkeler olarak öne çıkıyor.