Hikayeleştirmek
Bir İspanyol zeytinyağı üretim bölgesinin tanıtımında aynen şu sözler yer alıyor: “Bizim zeytin ağaçlarımıza güneş vurduğu zaman yaprakları gümüş renginde ışıldar.” Bizim bahçedeki de dahil, tüm zeytin ağaçlarının yapraklarının bir yüzü zaten gümüş renginde ışıldar. Birimizin bakıp olağan kabul ettiğini ve “bu da söylenir mi?” deyip çekindiğini bir başkası ballandıra ballandıra anlatırsa onun anlattığı ilgi çeker, dinlenir, okunur. Koca ülkede sahip olduğumuz sayısız zenginliği “ele dümdük” anlatınca pek çekici olmuyor. Hikayeleştirmemiz gerekiyor.
Hikayeleştirmek insanlık tarihi kadar eskidir. Avcının rastladığı yırtıcı hayvanı tarif etmesi, anlatması, bir başka grupta yaşanan bir olayın ateş başında aktarılması hikayeleştirenin sözlü ifade gücü grupları, toplulukları etkilemiştir. Hikayeleştirme her zaman etkin bir iletişim yolu olmuştur. Çünkü hikayeler ilgi çeker, kolay hatırlanır; dinleyenlerin hayal gücünü besler.
Etkin gücü tekrar anlaşılan hikayeleştirme yeni çağın anahtar becerilerinden biri haline gelmiştir; sözleri etkin kullanarak, dinleyenleri etkileyerek pazarlama başta olmak üzere birçok alanda başarı sağlanmaktadır. İnternet çağında hikayeleştirme daha da önemli hale gelmiştir; blogcular, vlogcular teknolojinin yardımıyla hikayelerini fotoğraflar, ses efektleri, videolar ile güçlendirmektedir.
Şehirlerin kendilerini anlatacak hikayeleri olmalıdır; ilgi çekici, heyecan verici, hayal ettirici. Şehirden geçen bir ırmağın bile yaratıcı ellerde, dillerde sesi bir başka çıkar. Yörede yetişen bir meyvenin albenisi artar. Türkiye hikaye zenginliği ile eşsiz bir ülkedir. Deniz, güneş, kum sarmalının çok ötesinde büyüsü olabilecek sayısız hikaye hammaddesi barındırıyor. Önemli olan bu hammaddenin ustalıkla işlenmesidir. İmparatorluklar şehri İstanbul hikaye üretememektedir. Oysa işlenecek ne çok malzeme barındırmaktadır. Saraylarda dönen entrikalar, iç hesaplaşmalar, halk kahramanları, sokaklardan yansıyanlar, şairler, müzisyenler, yaşanan büyük aşklar… Keza İzmir; hikayeciliğin babası Homeros’un şehri.
İskoçya’nın canavarı ile ünlü gölü Loch Ness her yıl 300 binden fazla kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Varlığı hala kanıtlanamayan bu canavar ile hikayeler ilgi çekmeye devam etmektedir. Bugünün teknolojisiyle herhalde var olup olmadığını kanıtlamak çok mümkün olsa bile anlaşılan kimse Loch Ness büyüsünü bozmak istememektedir.
Şehirler sundukları konaklama, ağırlama fiziki unsurlarını hikayelerle bezemelidir. Tıpkı ipek böceğinin kozası gibi. Beş yıldızlı otelde sunulan yatak ancak böyle değer kazanacaktır. Ödenecek bedel yatağa değil şehrin büyüsüne ödenecektir ve bu bedelin mukayesesi olamaz. Şehir yönetimi bunu bir bütün olarak ele almalıdır; dijital platform, tur rehberleri, konaklama tesisleri, lokantalar, taksiciler hatta yerel halk. Şehirlerinin büyüsüne inanmalı, ziyaretçilere ballandıra ballandıra anlatmalıdır; “Bu mahallenin hikayesini biliyor musunuz? Durun size anlatayım…”
Haftanın Yeri: EVSİZLERİN DÜZENLEDİĞİ TURLAR, LONDRA
170 bin evsizin yaşadığı Londra’da bu sosyal sorun ile 2010 yılından bu yana ilgilenen “The Sock Mob” adlı bir hayır kurumu vardır. Bu kurum evsizlere gelir yaratmak amacıyla çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu faaliyetlerden bir tanesi çok ilgi çekicidir; “Unseen Tours”, yani keşfedilmemiş turlar.
Yaşadıkları yerleri herkesten daha iyi bilen evsizler Londra’nın değişik mahallelerini, sokaklarını gezdirmekte, orada yaşanan ve pek de tanık olunamayacak hayatı anlatmaktadır. 20’den fazla evsiz tur rehberi şehrin sekiz değişik bölgesini dolaştırmaktadır. Her yıl yaklaşık 450 tur ile 7 bine yakın ziyaretçiye rehberlik yapılmaktadır. Kendi hikayeleri ile süslenmiş bu turlar ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. Her tur yaklaşık 2 saat sürmekte, 8 - 12 kişilik gruplar oluşturulmakta, kişi başına 15 pound ücret talep edilmektedir. Elde edilen gelirin yüzde 60’ı evsiz tur rehberlerine ödenmekte geriye kalan miktar tur giderleri için harcanmaktadır.