Hidrojen ekonomisi Almanya kadar Türkiye için de önemli
Geçenlerde bir Alman dostum azıcık kaygılıydı doğrusu. “Bizim yaptırdığımız ilk çalışmalar, Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması’nın (SKDM), Almanya’nın Türkiye’den ithalatının yüzde 10’unu olumsuz etkileyeceğini gösteriyordu ve doğrusu göreli olarak daha bir rahattık. Ama daha ayrıntılı bakınca sizden ithalatımızın yüzde 40’ının olumsuz etkilenebileceğini görüyoruz şimdi ve doğrusu ya biraz tedirgin olduk” dedi.
Almanya, Türkiye’nin en önemli ticaret partneri. Ortada ticaret hacmimizi etkileyecek önemli bir hadise var. Alman partnerlerimiz olası sonuçları üzerine çalışıp tedirgin oluyorlar. Biz burada tedirgin filan değiliz anladığım. Türk ekonomindeki yatırımları olumsuz etkileyebilecek bir gelişme karşısında biz hala işin ununda değil, ünündeyiz.
Türkiye, Almanya kaynaklı küresel değer zincirlerinin parçası
Yandaki grafik 2018 yılından ama hala geçerli. Küresel değer zincirlerini gösteriyor. Dünyada küresel değer zincirlerinin etrafında örüldüğü üç merkez var, Almanya, Amerika ve Çin. İleri ve geri bağlantılar açısından önem taşıyan ülkelerin hepsi listede bakın. Türkiye esasen Almanya kaynaklı küresel değer zincirlerinin bir parçası. Önümüzdeki dönemde küresel değer zincirleri yeniden yapılanırken bu bağın zayıflamasını değil daha da güçlenmesini beklemek ve doğrusu ya bunu sağlayacak adımlar gerekiyor.
Artık anlamış olmalıyız ki bugün, yeşil dönüşüm, iklim değişikliği gündeminin ötesinde bir mana taşıyor Türkiye için. Türk ekonomisinin ihtiyaç duyduğu teknolojik sıçrama ihtimali, finansman imkânları ile birlikte kapımıza geldi. Hadise artık çiçek ve böcekle değil, teknoloji yatırımları ve sanayi politikası ile yakından alakalı. Şimdi ya bu imkândan biz yararlanacağız ya da başkaları. Türkiye bu süreçte ilk düşünülecek ülkelerden biri ama yöneticilerimiz hala işe odaklanamadı.
Almanya ve Türkiye yakın gelecekte hem hidrojen ekonomisi hem de küresel değer zincirlerinin yeniden yapılanması konusunda birlikte çalışabilirler. Avrupa Birliği’nin mutasavver “Avrupa’nın Kapısı” Gateway Europe Projesi’nde yeni ulaştırma koridorlarına birlikte bakabilirler. Hele Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki bugünlerde etrafı saran olumlu hava böyle devam ederse Türkiye’nin Kafkaslardaki önemi daha da artarken tam zamanı doğrusu.
Hidrojen ekonomisi bir geçiş dönemi çerçevesi şimdilik
Son dönemde bazı Avrupa Birliği ülkelerinde, özellikle Almanya’da hükümetler hidrojen ekonomisine odaklanıyorlar. Doğrusu ya, ben bu arayışta Japonya ve Kore’yi de görüyorum. Bir de Suudi Arabistan’ı birkaç kez yazdım. Türkiye hala resmin içinde bir yerlerde değil.
İklim değişikliği gündeminde bir çözüm yolu olarak değil, şimdilik bir geçiş dönemi teknolojisi olarak hidrojene odaklanılıyor benim anladığım. Özellikle karbonsuzlaşmanın zaman alacağı varsayılan enerji yoğun sektörler için bir geçiş dönemi teknolojisi olarak bakmakta fayda var. İşte tam da bu nedenle yakından ilgilenmemiz gerekiyor. Neden?
Öncelikle hidrojen ekonomisi kavramı demir-çelik, çimento, motorlu araç gibi ağır sanayiinin yanı sıra denizcilik ve havacılık gibi sektörler ile enerji üretiminin kendisini de kapsıyor. Amaç, hidrojen vasıtasıyla mevcut, dünden kalma operasyonlarda karbon salımlarını kalıcı olarak azaltmak.
Şöyle düşünmek mümkün aslında. Sanayi devrimine imkân sağlayan kömür ve petrol bir enerji kaynağı olarak bir yerden bir yere kolaylıkla nakledilebildiği için, hidrokarbon fakiri ülkelerde enerji yoğun sektörlerin gelişmesini mümkün kıldı. Sanayi bu çerçevede dünyaya yayıldı. Almanya, Japonya, Kore, Türkiye gibi hidrokarbon kaynağı olmayan ülkelerde enerji yoğun yatırımlar mümkün hale geldi.
Nedir? Fabrikayı istediğiniz mekana koyup enerjiyi oraya rahatlıkla taşıyabilmek büyük bir kolaylıktı. Üretim bu sayede küreselleşti. Milyonlarca insan bu yolla fakirlikten kurtuldu. Ama küreselleşme ile birlikte gelişmiş ülke tüketim kalıbının dünyanın her tarafına yayılması önümüze sürdürülebilirlik problemini getirdi. Batı dünyayı hor kullandığı için yalnızca, hepimiz Batılılar gibi dünyayı hor kullanmaya başlayınca buraya geldik. Çin küresel sisteme bu kadar hızlı entegre olmasa buraya bu kadar hızlı gelmezdik.
Şimdi geldiğimiz noktada yenilenebilir enerjiyi depolayıp bir yerden bir yere aktarabilmek hala kolay değil. Bu durumda enerjiyi fabrikaya götüremiyorsan fabrikayı enerjiye götürmen gerekiyor. En azından yeni bir teknolojinin ortaya çıkışına kadar vaziyet böyleyken böyle.
İşte hidrojen ekonomisi bir tür geçiş dönemi teknolojisi olarak mevcut operasyonların hızla karbonsuzlaştırılmasına katkıda bulunacağı için bugün gündemde. Bu nedenle de önemli. Yalnızca Türkiye’nin kendi enerji yoğun sektörlerini ve hava, deniz taşımacılığını elden geçirmesi açısından değil, aynı zamanda Almanya dahil AB ülkelerinin ihtiyaçlarına cevap verebilmek açısından da önemli.
Fas’ın Türkiye’nin önünde yer alması dikkat çekici
Peki, Türkiye beklentilere cevap verebilmek açısından nerede? Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası geçenlerde sonbahar anketinin sonuçlarını açıkladı. Türkiye’deki Alman şirketleri seçim sonrası başlayan makul ekonomik politikalarına dönüş sürecini aynı Türk şirketleri gibi olumlu buluyor ilk gördüğüm. İş yapma ortamının makule dönmesi iyi. Türkiye, bugün, başka ülkelerle kıyaslandığında en iyi ticari ortama sahip ülke konumunda. Ama gelecek 12 ay için bakıldığında bir numara olmaktan çıkıp 26. sıraya geriliyor. Kötü işte. Gelecek 12 ay sonrası bugünkünden iyi olacak diyenlerle kötü olacak diyenler arasındaki fark Türkiye’de 35 puan, Fas’ta ise 64 puan, dikkatinizi çekeyim. Fas hidrojen ekonomisi konusunda imkanlar sunabilir. Avrupa pazarına yakın ülkelerden biri, onun da altını çizeyim.
Ankette dikkati çeken bir başka özellik ise, globalde, başka ülkelerle kıyaslandığında Alman firmaları tarafından Türkiye’nin üretim ya da ARGE için yatırım yapılabilir bir ülke olmaktan çok, satış ve pazarlama için yatırım yapılabilir bir ülke konumunda olması sanırım. Bakın bu katma değeri yüksek üretim hikayesi için iyi değil. Neden? Onun da cevabı aynı karşılaştırmada aslında. Burada işçilik dahil iş yapma maliyeti daha yüksek. İşgücü piyasalarındaki nitelikli personel kaybı önemli bir kaygı kaynağı. Neden? Gidiyorlar da ondan.
2024 yılında belli olacak 21. asrın Türk asrı olup olmayacağı
Türkiye’nin bir an önce ekonomik istikrar meselesini mesele olmaktan çıkarması, Gri liste işini halletmesi ve Türkiye’yi yeniden yatırım yapılabilir bir ülke haline getirmesi gerekiyor. Bunun için makro iktisadi politika çerçevesini güçlü bir yapısal reform programı ve ekonomik önceliklerin farkında sağlam bir dış politika çerçevesi ile desteklemek önem taşıyor.
Bundan yıllar önce benim Filistin maceramı bilen bir dostum, “Bırak sen bu Orta Doğu’yu, Orta Asya’ya odaklan” demişti, “Gelecek orada”. Haklı çıktı doğrusu. Ama çok vakit kaybetmemiş sayılırız.
Bana sorarsanız 2024 Türkiye’nin kader yılı olacak. 2024 yılında karar vereceğiz 21. asrın Türk asrı olup olmayacağına. 2024 yılında ya Türk sırını dört başı mamur tanımlayacağız ya da Türkiye Arjantin olacak. Bakalım ne olacak? Heyecanlı aslında.