Her yerde kar yok ama plastik var
Sevgi, fedakârlık demektir
Ertesi gün Noel (Christmas Day) idi; evliliklerinin ilk Noel’i. Yatakta ağlayan Della, elindeki bir avuç dolusu cent’i saydı; hem de üç kez. Tam 1 dolar 78 cent’i vardı. Kocası Jim’in haftalığı 20 dolardı. Bunun 8 dolarını oturdukları kiralık odaya veriyorlardı. Bütün hafta yiyeceklerini de aldıktan sonra Della, elinde avucunda kalanları “cent, cent" biriktirmişti. Başka bir gelirleri yoktu. Bu yeni evlilerin iki değerli şeyi vardı. Della’nın dizlerinin altına inen, bir kahverengi çağlayanı andıran saçları ve Jim’in aile yadigarı altın saati.
Della, sevgili kocasına bir Noel hediyesi almak istiyordu. Ama biriktirdiği bu para yetmeyecekti. Kararını verdi, kahverengi eski paltosunu ve kahverengi şapkasını giyip kendini dışarı attı. Kapısında “Mrs. Sofronie. Hair Articles of all Kinds” yazan dükkândan içeri girdi. İkinci kata çıktı. Bayan Sofronie’ye sordu: “Saçımı satın alır mısınız?” Bayan Sofronie “Saç alıyoruz. Çıkar şapkanı da bir bakayım saçına” dedi. Della şapkasını çıkarınca saçları bir su gibi aşağıya aktı. Bayan Sofronie, eliyle saçı tarttı ve “20 dolar” dedi. Della saçını hemen kestirip 20 doları kaptığı gibi kendini caddeye attı. Ve iki saat şehrin altını üstüne getirerek kocası Jim’e bir hediye aradı. Sonunda buldu; Jim’n altın saati için altın bir zincir. Cebindeki paranın 21 dolarını zincire verip, 78 cent ile evin yolunu tuttu.
Eve gelince ilk işi aynada kendine bakmak oldu. Kısa saçları ile bir okul öğrencisini andırıyordu. Dua etti: “Tanrım, inşallah Jim beni bu halimle de beğenir”. Elinde altın zincir kapı önünde kocasını beklemeye başladı. Sonunda Jim’in ayak sesleri duyuldu. Kapı açılıp karısını o kısa saçları ile karşısında görünce Jim donup kaldı. Della “ Sevgilim, saçlarımı kestirip sattım. Bu ilk Noelimiz’i sana bir hediye almadan geçiremezdim” dedi. Ama Jim hâlâ şaşkındı. Della” Ben, saçım olmadan da benim” dedi kocasına. Jim, karısını kolları ile sardı ve cebindeki paketi masaya koydu. “Beni anlamını istiyorum Della” dedi. “Saçını kestirmen ya da başka hiç bir şey, seni daha az sevmeme neden olamaz. Ama masadaki pakete bakarsan neden sana öyle baktığımı anlarsın.” Della, paketi açınca durumu anladı. Paketin içinde, o vitrinde gördüğü ve kendisinin olacağını hayal bile edemediği, kaplumbağa kabuğundan yapılmış, pahalı tarak takımı vardı. Tarakları kalbinin üstüne koydu ve “Saçlarım yine büyüyecek Jim” dedi. Sonra gözyaşları içinde elindeki altın saat zincirini uzattı Jim’e. Şöyle konuştu: “Bak, sana ne aldım. Şimdi günde yüz kere saatine bakmalısın. Bunu almak için şehrin altını üstüne getirdim. Ver bakalım saatini, bu zincirle nasıl duracak?”. Jim de şöyle karşılık verdi: “Hediyeleri bir tarafa koyalım. Onlar şimdi kullanmamız için fazlasıyla güzeller. Çünkü sana bu tarak takımını alabilmek için ben de saatimi sattım”
Plastiğin ortaya çıkışı
Yukarda özetlediğim, O. Henry’nin güzel bir öyküsüdür (The Gift of the Magi). Bir ekonomist gözüyle bakıldığında da ilginç bir gerçeği yansıtmaktadır. Bu 1906 yılında yayınlanmış öyküde anlatıldığı gibi, taraklar, altın saat kordonu kadar değerlidir. Çünkü o dönem taraklar, kaplumbağa kabuğu gibi değerli ve kıt malzemelerden yapılırmış.
Susan Freinkel ise kitabında şöyle demiş: Eğer o taraklar seliloitten yapılmış olsaydı, O.Henry’nin böyle bir hikayesi olmayacaktı. Merak edenler için söyleyeyim. Susan Freinkel, bu yazımı yazarken yararlandığım “Plastic-A Toxic Love Story” kitabının yazarıdır. Seliloit ise ilk plastiktir. Plastiğin kullanımı ile tarak ucuzlamıştır. Peki, plastik nasıl ortaya çıkmıştır?
Plastikten önce kullanılan değerli doğal malzemelerden birisi fildişi imiş. Düğme kancalarından, süs kutularına, piyano tuşlarına kadar aklınıza ne gelirse fildişiden yapılırmış. Ve en çok kullanıldığı yer de bilardo topları imiş. O dönem bilardo, varlıklı kişilerin oynadığı bir oyunmuş. Fildişinin böyle yaygın kullanımı üzerine “The New York Times” gazetesi bir uyarıda bulunmuş: Filler, insanların fildişi için doyumsuz talepleri yüzünden, nesli tükenmiş canlılar kategorisinde anılacaklar. Bu durumun ciddiyetini görmüş bir bilardo topu tedarikçisi 1863 yılında New York gazetelerine bir ilan vermiş. “Kim ki, fildişinin yerine geçecek bir malzeme bulur, 10 bin dolar ile ödüllendirilecektir”.
John Wesley Hyatt isimli, matbaa işçisi bir mucit bu çağrı ile ilgilenmiş. Evinin arka bahçesindeki derme çatma laboratuvarında yaptığı çalışmalarının semeresini 1869 yılında almış. Buluşunda “Parkesine” maddesini ham madde olarak kullanmış. Parkesine ise, pamuk kaynaklı selüloz ve nitrik asit bileşenlerinden oluşmuş, İngiliz mucit Alexander Parkes’in bulup patentini aldığı bir madde imiş. Hyatt, bu malzemeden yola çıkarak ilk plastik olan “Selüloit” (celluloid) maddesini üretmiş.
Selüloit denen bu yeni madde fildişi yerine geçecek bir madde olduğunu kanıtlamış. Ancak Hyatt, vadedilen ödülü alamamış. Çünkü ödülün esas amacı, bilardo topuna malzeme bulmakmış. Fakat Hyatt’ın selüloitten imal ettiği toplar kırılganmış. Bilardo topları birbirine çarptığında av tüfeği patlaması gibi sesler çıkarıyormuş. Hatta Colorado’daki bir salon sahibi Hyatt’a şöyle yazmış: “Ben aldırmıyorum ama her bilardo topu çarpışmasında salondaki herkes silahına davranıyor.”
Gerçi selüloit, bilardo topları için uygun olmamış ama tarak yapımında çığır açmış. Plastik sadece tarakta kalmamış. Daha önceden değerli doğal maddelerden imal edilen, pahalılığı dolayısıyla herkesin ulaşamadığı her şeyin plastik taklidi yapılmış. Plastik imalatçıları yaptıkları ucuz ürünleri ile “ Eşitliği ve demokratikleşmeyi yaymak” diyerek övünmüşler.
Plastiğin önlenemez yayılışı
Her yanımızı plastik almış. Nereye baksanız petrokimya ürünü bir plastik görüyorsunuz.
Hayatında düzenli bir kimya eğitimi almamış bir matbaa işçisinin buluşu ile başlayan yolculukta buralara gelmişiz.
Geçenlerde The New York Times gazetesinde bir muhabirin ilginç bir yazısı (Trying to Live a Day Without Plastic) çıktı. Muhabir, “Plastiksiz bir gün” yaşamak istemiş; adeta “plastik orucu” tutmuş. Önce bunun hazırlığını yapmış. Örneğin, doğal malzemeden yapılmış giysiler seçmiş. Giysilerinde “polyester” yokmuş. Yatak çarşafları pamuklu imiş. Diş fırçasını bile doğal malzemelerden yapılmış ürünlerden seçmiş. Bambu ve domuz kılından yapılmış bir diş fırçası almış. Bu tür taleplere cevap verecek bir pazar da mevcut imiş. Ama ne kadar hazırlık yapsa da o “oruçlu” gününde düşünemediği süprizlerle de karşılaşmış. Yatağından kalktığında ayağının bastığı halının sentetik olduğunun, içindeki plastiğin o an farkına varmış. Banyo kapısının tokmağı plastik kaplı olduğu için kapıyı açması için karısından yardım istemiş. New York’taki apartmanından çıkarken plastik düğmesine dokunmasın diye asansöre bile binmemiş. Metroda plastik kaplı koltuklara oturmamak için yanında katlanabilir ahşap sandalye bile götürmüş. Bir günü böyle dikkatli geçirmiş. Sonunda yaşadığı 24 saat içindeki mecburi plastik temaslarını saymış. Bu rakam 167 imiş.
Ne kadar dikkat etseniz de şu an plastikten mutlak kaçış yok. Adamo’nun “Her yerde kar var” şarkısı vardı. Değişen iklim şartları ile bugün her yerde kar yok, ama plastik var.
Bazı gerçekler
Evet, plastik çok kullanışlı bir malzeme. Birisi şöyle bir saptama yapmış: “İnsanoğlu yarın yer yüzünden kaybolabilir. Ama ürettiğimiz plastikler yüzyıllar boyu doğada kalacak”.
Birleşmiş Milletler’in bir raporunda (Our planet is choking on plastic) çarpıcı bulgular var. Bunlardan bazıları şöyle: Her dakika 1 milyon plastik şişe satın alınıyormuş. Üretilen plastiğin yarısı bir kez kullanılıp atılan bardak, yemek kabı, paketleme elemanı ve bunun gibi nesneler içinmiş. Her yıl 400 milyon ton plastik atık üretiyormuşuz. Nehirler aracılığı ile taşınan atıklar dolayısıyla okyanuslarda 75 ile 199 milyon ton arası plastik atık bulunduğu tahmin edilmekte imiş. Kaybolmayan plastikler parçalana parçalana mikroplastik (microplastic) haline geliyormuş.Bu mikroplastikler solunum vs yoluyla insan vücuduna giriyor ve organlarda birikiyormuş. İnsan vücudunda akciğer, karaciğer, dalak ve böbreklerde mikroplastik görülmüş. Hamile kadının rahminde oluşan, “plasenta” denen dokuda bile mikroplastiğe rastlanmış. Plastiğin insan sağlığına etkisi henüz tam olarak saptanmasa da plastik kaynaklı bazı kimyasalların sağlığa zararı bilinmekteymiş.
Sonuç
Ülkemizde marketlerde plastik poşetlerden para alınarak kullanımının kısıtlanmaya çalışılması güzel bir başlangıçtır. Ama çevreye karşı bu kadar duyarsız kalınırken, çevre hoyratça katledilirken yapılan bu uygulama, adeta “Kel başa şimşir tarak” gibi sırıtmaktadır. Sadece vergi toplamaya dönük bir çaba olarak algılanmaktadır.
Plastik, karaları kirletiyor, denizleri kirletiyor; sonunda sağlığımıza da tehdit oluşturuyor. Çevreyi plastikten korumalıyız. Bunun için hükümetler, endüstri ve diğer tüm paydaşların işbirliği gereklidir. Anaokullarından başlanarak bu bilinç aşılanmalı ve bir kez kullanılıp atılan plastiğe dönük önlemler yaygınlaştırılmalıdır.