Her şey normale döndü de, biz mi farkına varmadık?
Yaratılan anormal boyutlardaki likidite sayesinde başta ABD borsaları olmak üzere tüm dünya borsa endekslerinde son dönemde hızlı bir toparlanma (hatta “ralli” bile diyebiliriz) görülmekte. Bir anda yaklaşık değerinin üçte birini kaybeden ABD borsaları her ne kadar COVID- 19 öncesi seviyelere gelmemişlerse de, kayıpları yüzde 5’e kadar gerilemiş vaziyette. Kurumsal fonların egemenliği altındaki ABD piyasalarında bile son dönemde “perakende” (retail) tabir edilen bireysel yatırımcıların hisse fiyatlarının hareketlenmesinde önemli bir payı olduğu görülüyor. Bu yatırımcı grubu ağırlıklı olarak korona krizinden en ağır şekilde etkilenen ve bu nedenle de hisse değerleri aşırı gerilemiş olan sektörlere (havayolları, kruvaziyer şirketleri ve oteller gibi) yatırım yapmayı tercih ediyor. (Çok benzer bir tepki Türkiye piyasalarında da görülmekte.) Ancak bu tepkinin artık rasyonellik sınırlarını zorlamaya başladığı söylenebilir. Her hareketin (çoğunlukla arkadan gelen) bir hikayesi olduğu gibi, bu hareketin arkasında da yatırımcıların korona tedbirleri gevşetildikçe ekonomilerin normal seyrine döneceği şeklinde bir varsayımı (daha doğrusu hüsnükuruntusu) var.
COVID-19’un yayılmasıyla ilgili yavaş yavaş netleşen bazı gerçekler var: Bir defa, ilk başlarda çok konuşulan “aşı” olayı bugünlerde gündemden düşmüş gözüküyor. O zaman şu anki görünen gidişat hastalığın kontrollü bir şekilde yayılması. “Kontrollü”den kastım hastalığın toplum içinde sağlık ve hastane hizmetlerinin aksamayacağı bir şekilde ilerlemesi. Bu, hiç bir etkili aşı veya ilaç geliştirilmemesi durumunda, zaman içinde ağırlıklı olarak yaşlı ve/ veya başka hastalıkları olan en az 50 milyon kadar kişinin ölümü anlamına geliyor. Bu zamansız insan kaybı üzücü ama soyut bir maliyet. (İşgücü anlamındaki daha “somut” kayıp ise ölen gruplar dikkate alındığında çok yüksek olmayacaktır.) Ancak başka somut ve daha kalıcı maliyetler de söz konusu. Nasıl ki, son 20 yılda tırmanan uluslararası terörizm ve özellikle 11 Eylül her yerde güvenlik maliyetlerini anormal bir şekilde artırdıysa, benzerini COVID-19 sonrası için de göreceğiz.
Orta vadede kalıcılık arz etme riski bulunan bazı maliyetler şunlar olabilir: Devam edecek olan test, ilaç, hasta bakım ve dezenfeksiyon maliyetleri ve (kısılan yolcu kotası, adetleri ve korunma tedbirleri nedeniyle) artacak olan seyahat ve tatil birim maliyetleri. Küresel turizm hacminin eski seviyelerine dönmesi ise çok zaman alacaktır. (Hastalığın küresel seyrindeki asenkronize durum da bunda etkili.) Asıl en büyük maliyet ise tüketici davranış kalıplarındaki değişimden kaynaklanacak. Hastalık toplumda kol gezdiği sürece, herkes değil, ama toplumun önemli bir kısmı maske- mesafe-hijyen şeklindeki korunma önlemlerine devam edecektir. (Pek çoğu da kendi için de değil, yaşlı ve hasta yakınları için yapacaktır bunu.) Hepimiz biliyoruz ki, devletlerin tedbirleri gevşetmesinin ana nedeni hastalığın ortadan kalkmış olması değil, tamamen ekonomik endişeler. Bu nedenle, daha bilinçli kesimlerin daha az seyahat edeceği, kalabalık alanlardan kaçınacağı, daha az giyim eşyası satın alacağı ve belki de en önemlisi daha fazla tasarruf edeceği muhakkak. Bu kesim yüzde 10 gibi bir azınlıktan oluşsa bile son tahlilde önümüzdeki dönemlerin ekonomik büyüme trendlerinde “kalıcı” bir menfi etki yaratacakları muhakkak.
Bu arada Dünya Bankası haftabaşında 2020 öngörülerini içeren Küresel Ekonomik Görünüş raporunu yayınladı. Baz senaryoda dünya genelinde yüzde 5.2 daralma öngören raporu kötümser bulanlar var. Ben ise (tekrarlıyorum, hastalığın gidişatı ile ilgili bugünkü veriler ışığında) raporu oldukça realist buluyorum. Hatta, 2021 için yüzde 4.2’lik dünya ekonomik büyüme tahminini (özellikle bulaş oranının artması ile tedbirlerin yeniden sıkılaştırılması ihtimali ışığında) iyimser bile bulduğumu söyleyebilirim. (Alınan dev boyutlu parasal ve mali tedbirlerin 2021 ve ilerisine sarkma ihtimali de düşük. Şimdiden Almanlar denk bütçe çalışmalarına başlamışlardır bile!) Dünya Bankası, raporda COVID-19 krizinin dünyanın bu hızda ve derinlikte yaşadığı en büyük kriz olduğunun altını çizmekte. Pandemi dolayısıyla dünyadaki ülkelerin yüzde 90’ından fazlasının resesyona girdiği tahmin edilmekte. (Bu oran 1929 Büyük Buhranı’nda bile yüzde 85 idi.) Dünya Bankası’nın Türkiye için büyüme tahmini ise yüzde 3.8 daralma şeklinde.