Hastaneler hizmet satan işletmelerdir ama…
Bir göz muayenesi deneyimi
Kadına sormuşlar “Kızınızın görme sorunu olduğunu ne zaman anladınız?”. Kadın cevap vermiş “Balayına damatla gitti, başka bir adamla döndü”. İşte böyle yanlışlıklar yapmayalım diye eşimle gözlük numaralarımızı güncelleyelim dedik. Göz muayenesi için özel bir hastaneden randevu aldık. Belki birlikte gidersek çift indirimi yaparlar dedik ama öyle olmadı. Bırakın indirimi, hastane ziyareti bize söylenen muayene ücretinin birkaç katına mal oldu. Keşke randevu alırken şöyle deseler: “Rutin olarak size şu, şu testleri yapmak gerekecek. Bunun maliyeti şu olacak.” Ama sağlık diye, doktor ne derse “evet” diyorsunuz. Hele bir de doktor özel sigortanızın olduğunu ya da anlaşmalı bir kurumdan geldiğinizi öğrenirse yapılacak testleri yağdırıyor. “Hım, şu testi yaptırmamış mıydınız?” diye kuşkulu bir sesle sorunca telaşlanıyorsunuz. “Ortaya karışık olsun. Ne test varsa yapalım. Donatın bakalım faturayı ” diye teslim oluyorsunuz.
Muayene için doktorun karşısına ilk ben oturdum. Doktorun sorusu şu oldu: “Saçınızı yıkarken kalıp sabun mu kullanıyorsunuz?”. Birden karmaşık iki duygu uyandı bende. “Demek saçımda kepek gördü” diye düşünüp çok utandım. Halbuki bu zeytinyağlı sabundan sonra kepek sorunum kalmamıştı. Sabah da duş alırken saçımı çok iyi durulaşmıştım. Bir diğer duygum da takdir oldu. Demek doktor çift dal olarak dermatoloji de okumuştu; deri ile de ilgileniyordu. Doktor açıklamasını getirdi: “Göz kapaklarınızdaki durum bu kalıp sabundan. Bu nedenle gözünüzü açamıyorsunuz”. “Amerika’da sürücü belgesi alırken fotoğrafımı çeken siyahi kadın üç denemeden sonra “Neden gözünü iyice açmıyorsun?” diye bana çıkışmıştı. O zaman kalıp sabun kullanmıyordum, şampuan kullanıyordum” diyecektim, demedim. “Saçınızı kalıp sabun yerine beybi şampuanı ile yıkayacaksınız” dedi. Bu söylem eşimin organiklik damarına açıktan bir saldırı idi, hemen söze girip savunmaya geçti: “Bizim sabun faklı. Özel yaptırıyorum, sızma zeytinyağından” diyecek oldu. Doktor “Fark etmez, isterse zeytinin bizzat kendisi olsun, soğuk sıkma olsun. Kalıp sabun bunu yapar” Eşim sabun savunmasına ek delil getirmekle meşguldü “Bu göz kısıklığı sanki genetik, tüm sülalelerinde var” diyerek erkek tarafına “selam” (!) fırsatını değerlendirdi. Ama doktor da tezine güveniyordu. “Gözünüze sabun kaçınca yanmıyor mu?” diye sordu. Ben onaylamak amacıyla başımı salladım. Doktor “Teklif var, ısrar yok” demedi ama ısrarını yumuşattı “Kalıp sabun kullanırsanız başınızı arkaya doğru atarak yıkayınız” dedi. “Belki fark etmişsinizdir. Soyadlarımız aynı, kendisi eşim olur ve aynı evde kalıyoruz. Zeytinyağından yaptırttığı aynı kalıp sabunu o da kullanıyor. Bu göz kısıklığı kalıp sabundan olsa onun da gözü kısık olmaz mı?” diye bilimsel (!) bir salvo yapacaktım, ama yapmadım. Tartışmayı fazla büyütmemek için sessiz kalmayı tercih ettim.
Hastanenin, en azından bu kliniğin, bu doktorun verimli(!) çalışmasına hayran kaldım. Doktor yarım saatte üç hastanın muayenesini bitirdi. Üç diyorum; çünkü ben ve eşimin yanında bir hasta daha aradan çıktı. Ölçümleri bilgisayarlı odada hemşire yaptı. Biz eşimle doktor odası ve ölçümlerin yapıldığı oda arasında gidip geldik. Ödemeler için ben üçüncü “Ödeme tezgahı”na da gidip geldim. Gözlük numaralarımız güncellendi. Sanırım paydos düdüğü çalmıştı, doktor hızla toparlandı. Ya servise yetişecekti ya da karşı tarafta oturuyordu; köprü trafiğine kalmak istemiyordu. Kuşkulu sesle sorduğu, büyük bir ciddiyetle yapılmasını istediği ölçüme bakmamıştı; çıkış acelesinden unutmuştu. Hemşire hatırlatınca giderayak kapı önünde baktı. “Sorun yokmuş” dedi ve bize veda etmeden çıktı gitti.
Yeni gözlükleri alınca bakalım daha iyi mi göreceğim, henüz bilmiyorum.
Bir yorum
Size, yaşadığım bir göz muayenesi deneyimimi anlattım. Belki doktor bilgili birisi idi, belki teşhisi doğru idi; ama kendimi doktor muayenesinde değil de montaj hattındaki bir parça gibi hissettim.
Eskiden doktor dediğin sizi önce bir dinlerdi. Sonra tetkiklerini yapardı. Sonra da sizi karşısına alıp teşhisini paylaşır ve tedavisini anlatırdı. Kısacası sizi “hasta yerine”, “insan yerine” koyardı. Şimdi muayeneler ekspres yapılan nikah törenlerine dönmüş. Nerdeyse doktor “Hastane Grubumuz Başkanının bana verdiği yetkiye dayanarak” deyip kredi kartınızı alacak elinizden. Hız, “fast-food” restoranı gibi. Ama ödemeler Boğaz’daki restoranlar ayarında. Hele de anlaşmalı kurumdan geldiğinizi anlayınca adisyonu ona göre dolduruyorlar. Böylesine “Oldu da bitti, maşallah” tipi acelecilik bir hastaneye hiç yakışmıyor.
Hastaneler, sağlık hizmeti veren işletmelerdir. Bir hizmet alır, bunun karşılığı ödeme yaparsınız. Her alışverişte olduğu gibi, iki tarafın da bundan kazançlı çıkması ve iki tarafın birbirini sayması gerekir. Hasta, ona bu hizmeti veren kuruma, ona bu hizmeti veren sağlık görevlilerine ve doktora saygı göstermelidir. Doktor da hastaya, hastanın sağlığına özen göstermeli ve bunu davranışı ile belli etmelidir. Doktorluk kutsal meslek deniyorsa, hastalara bu kutsallığa yakışan biçimde yaklaşılmalıdır. Kutsal bir iş yapıyoruz deyip hastanın her şeye razı kurbanlık yerine konulması doğru olmuyor.
Sanırım hastane yönetimleri sürümden kazanmak için mümkün olduğu kadar fazla randevu verip doktorları zorluyor ve muayene sürelerini kısaltıyorlar. Ama bu kadar ücret alıyorsanız müşterinize daha fazla zaman ayırmalısınız. Zaman ne kadar kısa da olsa, doktorlar da müşterisine, yani hastasına gereken özeni gösterebilmelidir. Müşteri sözcüğünü kullanınca bazıları alınıyor. Ama birisi bir yerde hizmet alıyor ve para ödüyorsa onun adı müşteridir. Sağlık sektöründe de hastaya müşteri demek ayıp değildir. Yeter ki, müşteriye paranın karşılığı hizmet verilsin ve Hipokrat yeminine uygun davranılsın.