Hasattan harmana: Dönüşüm zamanı
KONUK YAZAR
Okan Konyalıoğlu
Askon Demir Çelik San. ve Tic. AŞ. Ynt. Krl. Bşk.
İnsan, ölene kadar öğrenen bir varlık. Bu öğrenmenin öğretme ve geliştirme çabası ile holistik ve kapsayıcı bir hal almasına, bunun da tutku ve iştahla yaygınlaştırılmasına “bilgelik” diyoruz. İşletmelerimizin duygusal sermayesi olan bu bilgelik, EYT’nin de etkisiyle ülkemizde biraz darbe aldı sanki. Öğrenme ve sürekli gelişim ömür boyu olmakla birlikte; bireyin iş hayatına hazırlık seviyesinin en önemli belirleyicisi bireyin kendisi, ailesi, okulları ve çevresidir.
Toprağa atılan tohum misali, tohum toprağa tutunmaya kök salmaya çalışırken verilen ilk can suyundan toprağın üzerinde filizlenmesine, büyürken etrafındaki ayrık otların temizlenmesinden vakti geldiğinde budanmasına, aşılanmasından ilaçlanmasına, hasattan harmana, harmandan değere, değerden yeni tohumlar ve değerler yaratmasına kadar geçen süreçte aile, okul ve çevre ana belirleyici olmaktadır. Çalışma hayatı öncesi öğrenme süreci, olması gereken kalite ve seviyede olmadığında; özel sektör de, işe başlayan bireyler de, o bireylerin aileleri de mutsuz olmaktalar. İş hayatına hazırlık sürecindeki bu erozyon, sürdürülebilir büyüme isteyen şirketlerin kurum içi eğitime yönelmesinin de ana gerekçelerinden birisi.
Belki de bu nedenle, Harvard Business Review (HBR) dergisinin her yıl düzenlediği “en önemli işveren markası nitelikleri” çalışmasının 11. yılında da “profesyonel eğitim ve gelişim imkânları” çalışanlar ve öğrenciler açısından iş yeri seçme kriterleri arasında yine ilk sıralarda yer almış. Diğer taraftan, iş hayatına hazırlık sürecinde öğrenmeyi aile ve okullara bırakan, okul hayatı sonrasında bireysel gelişimin bireylerin sorumluluğunda olduğu bilincini aşılayan Kuzey Avrupa ülkelerinde “iş yerinin sağladığı eğitim imkânlarının” iş yeri tercihinde ilk 10’da yer almayışı da dikkat çekici. Şirketlerin eğitim ihtiyacını karşılamak için özel tedbirler aldığı bu dönemde yetişmiş personelin bir kısmının EYT ile çalışma hayatından çıkmış olması biz reel sektör temsilcilerinin verdiği bu çabayı negatif etkilemiştir. Harman zamanı için özenilen hasat sistem dışına çıkma eğilimi göstermiştir.
Şirketler, tecrübesini kaybetmesinin yanında daha da önemlisi genç ve tecrübesiz personeli yetiştirmek için istifade edeceği önemli bir kaynağını da kaybetmiştir. Özellikle orta kademe çalışan ihtiyacının gelişiminde önemli bir rolü olan bu iç kaynağın sistem dışına çıkması ciddi bir duygusal sermaye kaybına sebep olmuştur. Teknolojik değişim ivmesinin düşük olduğu, uluslararası rekabetin bu denli sert olmadığı dönemlerde statükoyu sevenlerin “olduğu kadar, olmadığı kader” anlayışı ile işletmeler bir şekilde hayatlarını idame ediyordu. Ancak, her şey öyle hızlı değişiyor ki, uyumlanma ihtiyacı daha da öncelikli hale gelen işletmelerimizde yetişmiş ve tecrübeli personelin sistem dışına çıkışı öğrenen organizasyonun hafızasını da bozuyor. Bu da işletmelerde deneyerek ve yaşayarak öğrenilenlerin tekrar deneme yanılma yoluyla keşfedilmesi gibi bizleri kritik, uzun ve pahalı bir sürece itiyor.
İş dünyasının ihtiyaçlarına uygun okul eğitimlerinin verilmesi, teknolojinin hızla değiştiği bu dönemde öğren-unut-yeniden öğren becerisinin okullarda kazandırılması ve bu çerçevede ülkemizin birçok sorununun da çözüm anahtarı olan eğitim sisteminin iyileştirilmesi temel bir ihtiyaç halini almıştır.
Bu nedenle, eğitim sisteminin iyileştirileceği ana kadar, belli olgunluğa erişmiş tecrübeyi sistem içinde tutma sorumluluğunun sadece şirketlere değil, devletimize de düşen bir görev olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. “Bir çocuğun eğitimi doğumundan 20 yıl önce ebeveynlerinin eğitimi ile başlar” demiş Napolyon. Bizlerin de sağlıklı ve sürdürülebilir bir gelecek için eğitim kurgumuzu bu uzun soluklu bakış açısı ile yapılandırmamız gerekiyor. Bir sonraki yazımızda bizim neslin yeni yeni duyduğu ancak Z kuşağının vazgeçilmezi olacak teknolojik tekillik (singularity) ve kuantum liderlik başlığında buluşmak üzere, hoşça kalın…