Hangisinden başlasak?
Haftalık yazı için olan biteni nasıl anlatacağıma, daha doğrusu nasıl anlatabileceğime dair düşünüyorum. Bir türlü içerisinden çıkamıyorum. Problemim büyük. Zira öncelikle ne yazacağımı bilmiyorum. Gerçekten durum tam olarak bu. Devamında, piyasalarda olan biteni anlatmaya niyetleniyorum. Olmuyor, olamıyor. O kısımda da problemim var. Üstelik azımsanmayacak şekilde. Bildiklerim, bilmediklerimin gerisinde kalıyor. Ne olup bittiğini tam olarak anlatabilen kimse yok. Ne bir eksik, ne bir fazla. Hadi o kısım tamamlandı diyelim. Hikayenin nereye varacağı kısmı da problemli. Anlayacağınız durum pek bir çetrefilli. Derken tam şu anda Çin’den zorunlu karşılık indirimi geliyor. Şaşıran?
Uzun, biraz da içimdekileri dökmeye çalıştığım girişin ardından gelin birlikte konuyu toparlamaya çalışalım. Konuyu hiç dolandırmadan en sonda söyleyeceğimi baştan belirteyim: Piyasalar açısından bugünler de geçer. Ama öyle ama böyle elbet geçer. Sular çekildiğinde masanın üzerindeki yeni likidite koşulları ve destekleyici finansman programları tüketimin toparlanmasına, üretimin hızlanmasına mutlaka destek verir. Bu da “U” ya da “V” tartışmalarında hangi harfin bir adım öne çıkacağını belli eder. Ancak, yatırımcı kesimindeki algı hasarı ekonomik seyir kadar hızlı toparlanma gösterir mi sorusunun yanıtı sanılan kadar kolay değil. Belli ki o kısım biraz zaman alacak. Üstelik masanın her iki tarafı için. Yatırımcılar da, onlara sunulan fonları yönetip ürünleri tasarlayanlar da ciddi ölçekte moral motivasyon problemi yaşıyor. Hasar büyük.
Devam edelim. Daha önceki yazılarda tartışmaya çalıştıklarımızdan farklı ne var derseniz cevap basit: İnanılmaz noktalara ulaşan akıl tutulması ve oynaklık. Bildiğimi düşündüğüm kısım üzerinden konuyu ilerleteceğim; fiyatlamalar. Ben, piyasalar nezdinde gözlenen satış baskısının (bu ifadenin hafif kaldığını biliyorum) sadece global resesyon kaygısı ekseninde olduğu düşüncesine katılan kampta yer almıyorum. Diğer tarafa yakınım. Neden? Öncelikle global arz zincirindeki aksama, üretici fiyatlarının talep kaynaklı yükselme ihtimali, aksayan taşımacılık, azalması muhtemel hizmet gelirleri gibi kavramlar tartışılmıyor bile. Dahası maliyetinin ne olabileceğine dair analizler sürekli varsayım üzerine kurulu. Başka şansımız var mı derseniz cevabım maalesef ona da hayır ancak varlık değerlerindeki bu denli hızlı erimenin tek bir açıklaması resesyon kaygısı olamaz.
Çin’de ekonomik aktivite ocak ayında yüzde 20-30’lara dek düşüş göstermişti. Alınan sert önlemler, uzatılan tatil ve hastalığın yayılma hızının yüksek olması doğal olarak momentumdaki gerilemeyi destekledi. Mart ayına gelindiğinde söz konusu rakamlar yüzde 70-80’e ulaştı. Salgının çıkış noktası olan Wuhan’da dahi fabrikalar üretime dönüş sürecine girmiş durumda. Olumsuz etkilenen küçük şirketler ucuz kredi finansmanı programları ile destekleniyor. Çin, salgının çıkışına ettiği önderliği bu kez dipten dönüş kısmında üstlenmiş durumda. Bu arada salgınla mücadele, yeni vakalarda ivme kaybetmesine rağmen artışın devam etmesi ve hayatını kaybedenler gibi tatsız kısımlar da söz konusu.
İlerleyelim. Ne oluyor? Olan biten şu: Bir kez daha kamu kesiminin etki-tepki mekanizmasında gecikmeli davranması nedeniyle topu göğsünde yavaşlatarak yere indirme misyonu merkez bankalarına kaldı. Kimin önderliğinde? Elbette Fed’in. Benim görebildiğim kadarıyla iki kritik kırılım söz konusu. i) Fed’in ara toplantı ile faiz indirimine gitmesi tartışmakla birlikte doğrudur. Hızlı aksiyon her zaman geç kalınan önlemden iyidir. ii) Başkan Powell’ın basın toplantısında neden bu sürece girmek zorunda kaldıklarını anlatamaması nedeniyle fiyatlamalarda kafalar karışmış, en uç senaryoya göre pozisyonlanma isteği artık ana tema haline gelmiştir. Unutmadan şu hususu da eklemek gerekiyor; böylesi dönemlerin akıl yürütmeleri genellikle ortam sıcakken hatalı oluyor. Çok değil, 2-3 ay sonra geriye dönüp tekrar düşündüğümüzde hem kapsamlı analiz yapma imkanımız olacak hem de etraflıca değerlendirmek için şansımız.
Toparlamaya çalışalım. “Para politikası ile virüs mücadelesi olur mu?” tartışması popüler ve-fakat altı dolu olmayan bir konudur. Hem olur hem olmaz. Güven kanalı denilen olgunun kaybedilmemesi için birilerinin topa girmesi elzemdir. Dahası, şirketler kesimine fonlama akışının aksamaması, maliyet artışının önlenmesi için ana görev gün sonunda merkez bankalarına düşmektedir. Tam da bu nedenle faiz indirimleri, yeni fonlama kanallarının açılması, likidite destekleyici koşullar gibi önlemler doğrudur, yerindedir. Eksik olan kamu eliyle maliye politikalarında eşgüdüm olmaması ve gelişmiş ülke ekonomileri olarak tanımlanan kesimin global çapta bir salgın vakasına karşı geçmişte yeterince hazırlık yapmamış olmasıdır.
Net/net: Aşikar ki Fed’in gelecekte artan belirsizlikleri ve varlık fiyatlamalarındaki hızlı erimenin oluşturacağı güven erozyonunu engellemek adına topa önde basmak istemesi ve-fakat iletişimi aksak tutması ile başlayan para politikasında genişleme sürece genele yayılarak devam edecek. Gevşek finansal koşullar ve artık nihayet koordine adımların gelmeye başladığı düşüncesi piyasalarda dönüşün yakınında olduğumuz fikrini ısındırıyor. Ancak, süreç bir önceki yükseliş trendi ölçeğinde ivmesi yüksek ve kolay olmayacak. Uğraşacağız.
2020: Sıradaki başlığı bekliyoruz.