Hangi politikayı tercih ederdiniz?
Ekonominiz daralıyorsa, maliye politikasında manevra alanınız varsa, iç talebi bir nebze olsa da harekete geçirmek amacıyla maliye politikasını gevşetirsiniz. Ekonominiz normal büyüme oranını yakaladığında ise bütçenize çeki düzen verirsiniz. Bir yandan bu politika değişikliği diğer yandan normale dönen ekonomi nedeniyle artan vergi gelirleri ve azalan (işsizlik yardımları gibi) transfer harcamaları, maliye politikasını gevşetmeniz nedeniyle yükselen kamu borcunun makul bir düzeye inmesini sağlar. Böylelikle, ihtiyaç duyulduğunda kullanabileceğiniz bir maliye politikası manevra alanına tekrar sahip olursunuz. Bu ‘genel’ doğrunun yanı sıra, ekonominiz daralıyorken attığınız maliye politikası adımlarının hangi amaçla atıldığı da çok önemlidir. Yurtiçi talebi en çok artıracak ve en çok ihtiyaç duyanları hedefleyen bir politika bileşimi güzel olur. Ne var ki bu iki hedef zaman zaman çelişebilir.
COVID-19 salgını nedeniyle keskin biçimde azalan istihdam ve küçülen ekonomiyi toparlayabilmek amacıyla Türkiye de çeşitli önlemler açıkladı. Bunlardan biri kamu bankaları kanalıyla çarpıcı bir kredi artışına gidilmesiydi. Güncel eğilimleri göstermesi açısından kur etkisinden arındırılmış son on üç haftalık ortalama veriler ele alındığında, 19 Haziran haftasında kamu bankalarının kredi arzı, bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla, %122 artmış durumda. Alt kalemler itibariyle şöyle: Tüketici kredileri %120, şirket kredileri ise %126. Özel bankalarda ise artış oranları aynı sırayla %33, %11 ve %52. Enflasyonun %11 düzeyinde olduğu dikkate alındığında kamu bankalarında tam anlamıyla bir kredi patlaması yaşandığı açık.
Kamu bankalarının kredi artışını maliye politikasının için almamın nedeni şu: Krediler oldukça düşük faizlerle açılıyor. Bu politikanın bilançolarında yaratabileceği olumsuz gelişmelere karşı da, bu bankaların sahibi olan devlet onlara sermaye desteği veriyor. Yani, ekonomiye bütçeden verebileceğiniz desteğin bir kısmını, kamu bankaları kanalıyla veriyorsunuz. Bunu yapabilmeleri için onların sermayelerini kuvvetlendiriyorsunuz. Sonuçta yine bütçe imkânlarını kullanmış oluyorsunuz. Tercihinizi böyle kullanıyorsunuz; bu çerçevede bir sorun yok. Üstelik bankalar aracılığıyla destek verilmesinin, özellikle şirket kredileri düşünüldüğünde bir faydası da olabilir. Şu: Bankalardaki müşteri bilgilerinin kullanılarak ihtiyaç sahiplerine daha kolay ulaşılması. Haber, Barış Soydan’ın bu pazartesi günü T24 sitesindeki yazısında yer alıyor: “Araba fiyatları 2016 - 2017’deki ev fiyatlarına döndü, artık ihtiyaçtan dolayı değil yatırım için araba alınır oldu. Otomobil piyasasında balon oluşuyor. Nisan ayında 210 bin olan sıfır arabanın ikinci eli şu anda 270 - 290 bandında.” Yazıda ayrıca bazı markaların ikinci el fiyatlarının sıfır kilometre fiyatlarının üzerinde olduğunu gösterir veriler var. Sayın Soydan üç neden gösteriyor: Sıfır kilometre araç üretiminin eski düzeyine dönememesi, yeni araba alamayan araba kiralama şirketlerinin kullanılmış araba pazarına araba arz etmemesi ve hızlı tüketici kredisi artışı.
COVID-19 salgını nedeniyle oluşan bir arz kısıtı var: Önce fabrikalar kapanıyor. Sonra açılıyorlar ama salgına karşı fabrika içinde yeni bir organizasyona gitmeleri gerekiyor. Üretim hemen sıçramıyor. Çok hızlı kredi genişlemesi talebi artırıyor. Talep artışı, birebir üretime değil, ikinci el piyasaya ve fiyatlara yansıyor. Üretime tam olarak yansımasının ise bayağı bir zaman gerektireceği anlaşılıyor. Şimdi soru şu: Hangi ekonomi politikası? Üretime ve istihdama etkisi aylar sonra tam anlamıyla görülebilecek otomobil kredisi artışı mı? Yoksa tüm işsizlere (kayıt dışı dahil) daha uzun süreli ve makul bir destek mi? Veya bir süre kapalı kaldıkları için zor duruma düşen küçük şirketlere daha çok destek mi?