Handan Börüteçene: Bedenim atölyemdir
40 yılı aşkın süredir üreten Handan Börüteçene’nin son sergisi ‘Üç İç Denizin Ülkesi’ Salt Beyoğlu’nda… Ünlü sanatçı, “Bazı eserlerimi sergiden sonra imha ederim. Söyleyecekleri sözü söylemişlerdir çünkü…” diyor.
İstanbul İstiklal Caddesi üzerinde Salt Beyoğlu’nda alıcı mavi afişi ve başlığıyla sizi içeri davet eden bir sergi var: ‘Üç İç Denizin Ülkesi-Handan Börüteçene’.
Sergiyi açılışta ve sanatçısıyla yaptığım söyleşi nedeniyle iki kez gezdim.Birkaç kez daha keyifle gezebilirim; zira 40 yılı aşkın bir süredir arkeoloji, doğa, tarih, şiiri odağına alarak eser üreten Handan Börüteçene’nin Salt Beyoğlu’ndaki sergisi sanatçının bugüne kadar en kapsamlı sergisi.
Giriş katı, ikinci ve üçüncü katlarda geri dönüp anlamı üzerine düşüneceğiniz o kadar çok iş var ki.
Salt ekibinden Amira koğlu’nun küratörlüğünü yaptığı sergide bizi ilk karşılayan eser Ege’de, Ayvalık’ın tam karşısındaki Midillili ünlü kadın şair Sappho’nun taşlara yazılı şiirleri.
Bir yüzü Türkçe, diğeri Yunanca.
Sevgili hocam Cevat Çapan’ın çevirilerinden yararlanan, kimi zaman kendisi de şiirleri çeviren Handan Börüteçene Sapho’nun şiirlerindeki kayıp sözcükler yerine artık imzası sayılabilecek turkuaz, yivli cam topları yerleştirmiş. Topların hikayesini aşağıdaki söyleşimizde okuyacaksınız.
İstanbul doğumlu Handan Börüteçene’nin şehrine, memleketinin taşına toprağına, tarihine tutkusu büyük ama aslında o işiyle, yazdıklarıyla evrendeki her şeyi kucaklıyor.
Yazdıklarıyla diyorum çünkü yazarak çalışıyor ve çok iyi bir hikâye anlatıcısı.
Salt Beyoğlu’ndaki sergiye giderseniz ellemeden gözlerinizle o cam topları okşayın derim. Her birinin içinde Sappho’nun belleği gizli çünkü.
Handan Börüteçene’nin arkadaşım dediği Sappho.
Bu arada kadın hakları, kadın kotası gibi meselelerde “ters düştüğümüz” sanatçı ve benim gibi düşünen küratör Amira k ile özel bir seans yapmaya karar verdik.
ESERLERİMİ İMHA EDERİM
Keşfetmeye doyamadığım bu müthiş sergi nasıl oluştu?
Birlikte çalışmaktan daima keyif aldığım Salt beni aradı, daha önceki sergilerin işlerini de içeren bir sergi teklifini getirdi. Belli sergiler üzerinden giderek Türkiye’deki koleksiyonerlerden eserleri geri çağırdık. Bazı işlerimin izlerini bulamadık. Burada fotoğraflarını göreceksiniz. Fotoğrafların yanlarına iliştirdiğimiz “kayıp ilanlarıyla” eserlerin yerini bilenlerin, rastlayanların bize müracaat etmelerini rica ediyoruz. Bu arada üretimimin hepsini bulamazsınız. Zira geçmiş sergilerimde yer alan bazı eserleri kendim yok ederim.
Zihninizde mi yok edersiniz?
Hayır zihinde hep yaşarlar. Fiziken yok ederim. Belli bir zaman diliminde söyleyecekleri sözü söylediklerini düşünürüm ve onları imha ederim. Örneğin ikinci katta gördüğünüz Çatalhöyük’teki neolitik konutların ve üzerindeki çivi yazılı tabletleri 1985 yılı sergisinden sonra yok etmiştim. Bu sergi için tekrar yaptım. Kitle İletişimsizlik Araçlarını da imha etmiştim. Yine yaptım. Hatta bugünkü dijital iletişim araçlarıyla ikincisini de ürettim. Ancak bu kez bu sergiye hazırlanırken şu kararı aldım. Bu eserler kalıcı olacak zira işaret ettikleri sorunlar artarak devam ediyor.
Sergiyi gezerken ‘İki Oda Bir Salon, Huzur’ işinize bakarken gözüm hemen askerlerin yanında acıyla ağlayan kadın fotosunun olduğu yastığa takıldı. 2003 yılında ABD’nin Irak’a müdahalesiyle ilgili. Aynı bölgede yine savaş, yine acı ve gözyaşı var. Eseri bugün tekrar yapsanız nasıl olurdu?
O gördüğünüz işi Sipa Press’in güncel fotoğraflarını kullanarak yapmıştım. Zeminlerinde ise Picasso’nun Guernica’sı gibi ünlü ressamların savaş tablolarını kullandım. Bu sergiye hazırlanırken felaketler peş peşe geldi. Ukrayna Savaşı, derken deprem. Ukrayna Savaşı “Yaşasın Neoletik” eserimin doğmasına yol açtı. Zira neolitik dönemde hiç savaş olmamış. Neolitik insan komşusuyla, doğayla, hayvanlarla hep uyumlu yaşamış. Sonra ne oldu da bu uyum bozuldu? Biliyor musunuz bu sergiyi açarken sizin gördüğünüz kareye bakınca aynı kareyi daha yeni gördüğüm aklıma geldi. Evet Gazze’de gördüm. Bu savaşlar hiç bitmeyecek. 20 yıl sonra aynı noktadayız. İki Oda, Bir Salon Huzur güncelliğini koruyor. Bu savaşların en büyük nedeni para o yüzden. Bu yüzden yastıkların, masa örtüsünün kenarında dantel yerine Nasdaq ve Dow Jones şeritleri kullandım.
FEMİNİST BİR SANATÇI DEĞİLİM
Sergilerimin yüzde 50’sı mekândır diye bir cümlenizi okudum. Beyoğlu Salt gibi bir mekânda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Eğer kişisel tek bir sergi olacaksa mekânı kendim seçiyorum. Burada birkaç sergi olduğu için durum farklı. İlk kişisel sergimi Urart’ta açtım ve uzun zamandır galerilerle çalışmıyorum. Müzelerle, kurumlarla, üniversitelerle çalışmayı tercih ediyorum. Beyoğlu Salt’ta küratörle mek^anı, çeşitli dokunuşlarla, uzun uzun düşünerek uygun hale soktuk. Sonuçtan çok memnunum.
Kadın öğesi işinizde sanki ön plana çıkıyor. Toprakla metali bir araya getirdiğiniz İşçi Kadın, Ütücüler, Anneyle Kızı, Mutfak Ordusu, Gelin Hanım gibi işlerinizde kadın vurgusu çok fazla. Öte yandan Midillili kadın şair Sappho, İstanbul’un bilinen en eski kadın şairi Byzantionlu Moira size esin kaynağı oluyor. Acaba size feminist sanatçı diyebilir miyiz?
Hayatımın hiçbir döneminde feminist bir hareketin içinde olmadım. Kadın halleri üzerinde çok çalıştım. Ama bilerek ve isteyerek kadın hakları demiyorum kadın halleri diyorum. Kadınların haklarını aramamalarını, ayaklarının üzerinde durmamalarını ve neden sustuklarını hayatım boyunca anlamadım. Seçme, seçilme hakkımız sayısız ülkeden önce kazandık ama bu haklar için ne kadar savaşıyoruz. Savaşmadığımız için iş geldi kotaya dayandı, kendi kalemize gol attık. Pozitif ayrımcılık bile olmamalı. Artık aramızda olmayan Şirin Tekeli ve Stella Ovadya can arkadaşlarım. Şirin Tekeli’yle Kadın Kütüphanesi için bile tartışırdık. Kendi gücümüzün farkında değiliz. Öğretilmiş çaresizlik içinde oyun oynuyoruz. İşçi Kadın, Ütücüler gibi eserlerde bunu anlatıyorum.
Sistem kötü. Buna karşı geleceksek kadın-erkek birlikte karşı çıkalım. Mesela kadın sanatçı sergisi denmesine de karşıyım. Neden erkek sanatçı sergisi denmiyor?
YOLA FİKİRLE ÇIKARIM
Üretim süreciniz nasıl gelişiyor? Çok dolaşıyorsunuz. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde 1995 yılında açılan Yeryüzünün Belleği Sergisi için çeşitli tohumlar toplamıştınız. Acaba tohum toplama dönemi geride mi kaldı. Şimdi nasıl bir evreye girdiniz?
Benim için hiçbir şey geride kalmıyor Her şey anda yaşanıyor. Zaman algım daha farklı. Üretimim ile hayatım arasında hiç fark yok. “Dur masanın başına geçeyim” diye bir şey yok. Yolda yürürken de çalışıyorum. Bana “atölyen neresi” diye soruyorlar. Kendimi gösteriyorum “Kendi bedenim atölyemdir” diyorum. Çünkü gördüğüm, okuduğum, işittiğim, yaşadığım olaylar ilgimi çekiyor. Bir sürü şey çekiyor ama bunlardan bazıları omuz atıp öne geçiyorlar. Bana güzel şeyler anlatmaya başlıyorlar. Uzun bir süreç başlıyor. O fikir bana bir sürü okuma yaptırıyor. Seyahatlere çıkıyorum. Aklıma düşenleri yazıyorum. Fikirle yola çıkıyorum malzeme ile değil. Yazarak çalışıyorum. Fikirler olgunlaşıyor ve bazı şeyler hayalimde canlanıyor. Sonra bunları sindirme süreci başlıyor. Bu da yetmiyor, kendi kendimle kalmam gerekiyor. Yalnız başına kalmanın da damıtılması gerekiyor. Bu süreçten geriye bir zerrecik kalıyor. Kimliğe dönüşüyor ve bana serginin nerede olması gerektiğini, hangi malzemeyi kullanacağımı kulağıma fısıldıyor. Gördüğünüz tüm işlerim o zerre, hatta ben de o zerreyim.
Sergide hem yeni hem eski işlerinizde gördüğümüz bu cam toplar mı zerreyi temsil ediyor yoksa?
Yok onlar zerre değil. Cam topların hikâyesini kısaca anlatayım. Kendimi pek iyi hissetmediğim zaman gözlerimi kapayıp kütüphanemden bir kitap seçerim. O kitaptaki bir söz, bir cümle yol göstericim olur. Sappho da cam top için bana kerteriz verdi. “Sümbül gibi gözlerini kör eden aydınlık” cümlesini okur okumaz tamam dedim Sapho beni çağırıyor. Ayvalık için Taksim’den Kamil Koç otobüsüne bindim. Midilli’ye vardığımda bir balıkçı köyüne yerleştim. Sapho’ya teşekkür etmek için sahilden topladığım taşları şiirlerini yazarak suya bıraktım. Suya bıraktığım son taş batmadı. Ponza taşıymış meğer. Onu izlemek için bir kayaya çıktığımda aniden denizin içinden sudan bir küre belirdi. Sonuçta Midilli’den, kucağımda pencere camlarını yuvarlak keserek imal ettiğim 12 santimlik bir
küreyle döndüm. Şimdi lazer tekniğiyle yaptığım cam kürelerin hikâyesi böyle.
Genç Sanatçılar Fonu 2023 yılında 13 proje destekledi
İKSV kuruluşunun 50. yıldönümünü kutladığı 2022 yılında genç sanatçıların üretimini desteklemek amacıyla oluşturduğu 50.Yıl Genç Sanatçılar Fonu aracılığıyla farklı disiplinlerden 13 projeyi destekledi.
Sanatseverlerin, sanatçıların ve çeşitli kurumların desteğiyle hayata geçirilen fon 2023 yılında film, tiyatro, dans, müzik ve güncel sanat alanlarında çalışan genç sanatçı ve üretimlerine 100 bin dolar kaynak ayırdı.
İKSV’nin desteklediği pek çok eser arasında yaz aylarında Yerebatan Sarayı’nda prömiyerini izlediğim, librettosunu Ece Temelkuran’ın yazdığı, Hollanda, İran ve Türkiye’den üç bestecinin eseri olan ‘Kadınlar Yeterince Bekledi’ de var.
Sözünü ettiğim fon 2022 yılında düzenlenen iki özel etkinlikle hayata geçmişti.
50. Yıl Kaynak Geliştirme Galası’nda. Eczacıbaşı, Koç, Borusan, Hitay, Anadolu Efes, The Marmara Grup gibi şirketlerin katkısı ve geçtiğimiz ekim ayında Londra’da Christie’ de düzenlenen İstanbul Calling müzayedesi aracılığıyla Genç Sanatçı Fonu’na yaklaşık 650 bin dolar destek bağlanmıştı.
İstanbul Calling müzayedesine Ahmet Doğu İpek, Alev Ebüzziya, Aslı Çavuşoğlu, Azade Köker, Beauford Delaney, Burçak Bingöl, Ebru Döşekçi, Elif Uras, Gözde İlkin, Hera Büyüktaşcıyan, İhsan Oturmak, İrfan Önürmen, Kemal Seyhan, Mehmet Güleryüz, Nasan Tur, Rasim Aksan, Refik Anadol-Prof Gökhan Hotamışlıgil, Renee Levi, Seçkin Pirim, Shirin Neshat, Taner Ceylan ve Yağız Özgen eserleriyle katkıda bulunmuştu.