Halkbank, Suriye ve ötesi ...
Coğrafya kaderdir. Ama bu kaderi olumluya çevirmek, siyasetçilerin işi. Türkiye'nin bugün uğraştığı meselelerin büyük çoğunluğu, son 20 yıllık AK Parti hükümetlerinin izlediği dış politikanın yanlışlarıyla doğru orantılı.
HALKBANK DAVASININ ASLI
ABD'de görülen Halkbank davası mesela;
AK Parti hükümetinin İran'a yönelik tek taraflı ABD yaptırımları konusunda anlaşıp, ardından Halkbank üzerinden bu anlaşmaya aykırı işlemler yapılmasıyla ortaya çıktı.
AK Parti hükümeti baştan "ABD'nin tek taraflı İran ambargosunu tanımıyorum" diyebilir, ona göre hareket edebilirdi.
Ancak bu yaptırımlar Ankara tarafından resmen kabul edildi. Kabul edilmekle kalmadı; Bir de mekanizma kuruldu. AK Parti hükümeti ABD ile pazarlığa girerek, Türkiye'nin İran'la komşu olması nedeniyle ambargodan "muaf tutulması" üzerinde anlaştı. Anlaşma uyarınca, Türkiye İran'dan petrol satın alacak, bunun bedeli İran hükümetinin Halkbank'ta açtığı hesaba yatırılacak, hesaba yatan o para da İran'a yiyecek gibi, ilaç gibi insani malzeme alımında kullanılacaktı.
Devreye Reza Zarrab gibi bir dolandırıcı ve onun Türkiye'deki şebekesi/siyasetçi suç ortakları girdi. Sonuçta, ABD ile bizzat AK Parti hükümeti arasında yapılmış olan anlaşma, sahte belgelerle delindi. Arada birileri rüşvet aldı, zengin oldu. Reza Zarrab "itirafçı" oldu, kurtuldu. Türkiye ise, şimdi Halkbank davasıyla uğraşıyor.
ABD Yüksek Mahkemesi ne karar almış, New York'taki Federal Mahkeme süreci ne olmuş, bunların tümü aslında ayrıntı. Asıl mesele, Türkiye'nin içine düştüğü durum; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahip olduğu bir kamu bankasının, bir başka ülkenin mahkemesi tarafından yargılanıyor olması.
SURİYE İLE NORMALLEŞME MESELESİ
Türkiye'nin bugün uğraştığı bir başka kritik mesele ise Suriye.
Yine AK Parti hükümetinin önce ABD'yle anlaşıp, Esad yönetimine karşı bayrak açan muhalefete destek vermesiyle derinleşti Suriye iç savaşı. Washington yönetimi ile "kotarılan" eğit-donat programlarından bugün kimse pek bahsetmiyor. Oysa 2010'lı yılların başında AK Partili hükümet üyelerinin övgüyle bahsettikleri bir işbirliğiydi "eğit-donat".
Fırat'ın doğusunda ortaya çıkan, PKK Terör Örgütü uzantısı PYD-YPG "devletçiğinin" temelleri ise, yine bizzat AK Parti hükümetlerinin sınırı açıp, Iraklı Peşmergeyi "Kobani'yi kurtarmaya" göndermesiyle atılmadı mı?
Şimdi Türkiye'de aynı siyasi partinin, AK Parti'nin hükümeti, Esad yönetimi ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışıyor. Bu kez, "eski ortak" ABD karşı çıkıyor normalleşmeye. Esad yönetiminin de pek hevesli olduğu söylenemez; Suriye Dışişleri Bakanı Miktad'ın, "Türkiye askerlerini Suriye topraklarından çekmeden normalleşme olmaz" açıklaması, durumun vehametini özetler nitelikte.
Türkiye'nin başına Halkbank davasını hangi siyasi iradenin sardığını, Suriye'nin karışıp ülkeye 3,5 milyon Suriyeli sığınmacının kimin yanlış politikaları nedeniyle yerleştiğini unutmamak gerek. Bizzat yanlışı yapanın, bunu düzeltebileceğini düşünmek ise, hem naiflik, hem de fazla iyimserlik olmuyor mu?