Halit Akçatepe 85 yaşında
Yeşilçam’da yüzümüzü güldürenlerin başında gelenlerden bir usta, Halit Akçatepe yaşasaydı bu yılın ilk günü 85 yaşına basacaktı.
Tiyatrocu bir ailenin çocuğu olan, dolayısıyla kamerayla ve sahneyle çok erken tanışan Halit Akçatepe, bir ömrü tiyatro salonlarında ve setlerde geçirmiş bir usta. “Mavi Boncuk”, “Köyden İndim Şehire”, “Tatlı Dillim”, “Gülen Gözler”, “Şaban Oğlu Şaban”, “Süt Kardeşler”, “Canım Kardeşim” gibi neredeyse her akşam televizyonlarda birinden birine tesadüf ettiğimiz onlarca Yeşilçam klasiğinde rol alan Halit Akçatepe’nin en unutulmaz kompozisyonlarından biri hiç kuşkusuz “Hababam Sınıfı” serisinin kilit karakterlerinden “Güdük Necmi”ydi.
Bütün filmlerini birkaç defa izlemiştim izlemesine ama kendisini çok geç, 2000’li yılların sonlarına doğru tanıma fırsatı buldum. O günden sonra da 13 yıl boyunca düzenlediğim “Ustalara Saygı” toplantılarının sinemacılarla ilgili etkinliklerinde beni kırmadı, her zaman aramızda oldu, anılarını anlattı… Toplantılardan birisini ona ayırmak istiyordum. Bu nedenle buluştuğumuzda bizi onurlandırmayı kabul etti.
Yaz aylarında “Park Buluşmaları” kapsamında açık havaya çıkan, Arnavutköy’de gerçekleştirdiğim “Ustalara Saygı” toplantılarının 2014 yılı 9 Ağustos Pazartesi akşamı konuğu “Hababam Sınıfı”nın unutulmaz “Güdük Necmi”si oldu.
“Hababam Sınıfı” serisinin yazarı Rıfat Ilgaz’ın oğlu yayıncı Aydın Ilgaz’ın, oyuncu dostları Ayşen Gruda; Erol Keskin ile Tuncay Özinel’in ve eczane sahibi arkadaşı Kazım Aykanat’ın ustayla ilgili anılarını, duygu-düşüncelerini paylaştıkları etkinlikte, o yıllarda rol aldığı “Geniş Aile” dizisinin ekibi de Halit Akçatepe’yi yalnız bırakmadı. Bihter Dinçel, Fırat Tanış, Mine Teber, Tanju Tuncel ve yönetmen Ömer Uğur, “Ustalara Saygı” toplantısının konukları oldu.
İşte tam o günlerde kendisiyle bir söyleşi yaptım. “Seyirci severse, her şey doğrudur” diyordu sohbetimizde Halit Akçatepe. 85. doğum yıldönümünde kendisini saygıyla anıyor, bu söyleşimizden kimi bölümleri buraya alıyorum:
“Eğitim düzeyi yüksek olan yerde daha kaliteli işler yapılır, çünkü sululuklara yer verilmez. Verilir, ama onun seyircisi mahduttur, şu kadar insan gider seyreder. Türkiye’de televizyonlarda bile kaliteli bir iş yapılamıyor. Yapıldığı zaman tutmuyor zaten. Tutmayınca da gidiyor, sululuklar yapıyor…
Ona göre seyirciyi orada topluyor. Yanlış bunlar, ama ne yapalım ki böyle. Seyirci severse her şey doğrudur, çünkü biz seyirciye yapıyoruz işimizi. Seyirci bir şeyi tuttu mu gider.
Ben yazmam, benim elim kalem tutmaz… Ben konuşurum şöyle olsun, böyle olsun, şuraya gitsinler, buraya gelsinler. Bunları anlatırım, ama hiçbir zaman kalem alıp da şunları yazayım demem. Sevmem çünkü. Ben yazı yazmayı sevmiyorum. Düşünürüm, söylerim…
9-10 yaşındayken annem ‘bir şey çalmak ister misin?’ diye sordu, saksafon çalmak isterim, dedim, ama çok küçüğüm, o yaşta saksafon çalmak iyi değilmiş; nefesi, ciğerleri kötü yapıyormuş. Akordiyon aldı annem bana. Hoca geldi, ama sevmiyordum... Öğrendim, ama gıy gıy çaldım biraz bir şeyler. Yoksa sevdiğim bir şey olsaydı daha fazla üzerine düşerdim, düşemedim, o kadarla kaldı. Müziği de müzik çalışmalarını da çok seviyorum. Öyle oldu, ne yapalım hepsi birden yapılmaz ki…
Beyhude değil, ama tamamen bir deli işidir. Deli olmayan tiyatrocu olmaz. Para yok, şu yok, bu yok… E niye yapar insan bunu? Sever… Sevgiyle yapar. Özellikle Türkiye’de tiyatro hep sevgiyle yapılmıştır. Gönül vererek yaptıkları için de tiyatrocular parayı pulu, hiçbir şeyi düşünmezler, güzel bir şey yapmak isterler. Bakın yeni tiyatrolara genç arkadaşlar bile neler yapıyorlar, ortaya çıkarıyorlar, ama ne kadar seyrediliyorlar bilmiyorum. Zaten artık tiyatro salonları da kalmadığı için 50-100 kişilik yerlerde oynuyorlar, ama yapıyorlar. Tiyatro ölmez o yüzden, tiyatroyu devam ettirecek çok genç var. Çok güzel bir şey bu, onları kutluyorum…”