Güzelliğin on para etmez…
“Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa.” Büyük ozan Aşık Veysel böyle demiş. Yazar Cemil Meriç de benzer fikirde: “Kitaplar, kadınlar, şehirler, kervansaraylar gibi boş. Onları dolduran senin kafan, senin gönlün.” (Cemil Meriç, 1916 – 1987.) Güzellik ya da çirkinlik. Bunları var eden biziz; bir nesneye bir kişiye verdiğimiz değer, biçtiğimiz kıymet. Beynimiz değerlendirmeler yapmakta, nesne ve kişilere duygu yüklemekte ve yargıda bulunmakta; bu çekici, şu itici gibi. Bu yargının sonunda çekici olanları “güzel” itici olanları ise “çirkin” olarak tasnif etmekte.
Bu haftaki konumuz “çirkin şehirler”. İnanın, bu başlık altında bile sıralanan şehirler var; dünyanın en çirkin şehirleri! Çirkin şehirlerden söz etmeden önce çirkinlik üzerine neler yazılmış, neler söylenmiş şöyle bir özetleyelim:
Costa Rica’lı yazar Oscar Delgado Chinchilla’ya göre çirkinlik güzelliğin zıttı olarak var. “Çirkin olan nedir?” diye sorsanız “güzel olmayan her şey çirkindir” diye cevap alırsınız, diyor. Çirkinlik soyutlamadır. Fiziki ya da kişiliğe dayalı – karakter, davranış gibi – veya idrak etme ile ilgili – zeka, yetenek gibi – kategorilerin ötesine geçip bir şeyleri çirkin ya da çirkin değil diye kabul ediyoruz. Yakışıklı bir erkeğin hayvanlara kötü davranışını çirkin kabul edip güzellik ile ilgili algıyı geçersiz kılıyoruz. Ya da tersi. Bilimsel araştırmalar 8 – 12 yaş arası çocukların çekici simaları daha güvenilir bulduğunu göstermekte. Aynı araştırma yetişkinlerin de benzer eğilimde olduğunu vurguluyor; yüzü çekiciyse (güzelse) güvenilir biridir! Böyle bir peşin kabulün erkek çocuklara kıyasla kız çocuklarda daha baskın olduğu anlaşılıyor. Araştırma yüzün çekiciliğine bakıp (kanıp?) tanımadığımız biri hakkında, üstelik “güvenilirlik” gibi ilgisiz bir alanda karar verdiğimizi gösteriyor. Daha başka araştırmalar da benzer şekilde yerleşik bir yargı sistemine sahip olduğumuzu kanıtlıyor. Güzellik ve çirkinlik ile alakalı yargı sistemimiz zaman içerisinde sosyalleşmenin ve medyanın etkisi ile değişiyor. “Beauty and The Beast – Güzel ve Çirkin” filmini – dizisini izleyenler çok güzel bir kadının çok çirkin bir erkeği tanıdıkça, içindeki insanı keşfettikçe sevebileceğini, aşık olabileceğini görüyor, inanıyor.
Gelelim şehirlere. Bir şehri neye göre çirkin olarak tanımlarız? En çirkin şehri nasıl belirleyeceğiz? Bir kriter var mı? Konu üzerine kafa yoranlar sosyal medyada bazı şehirler için sıklıkla “çirkin” ifadesinin kullanıldığını söylüyor. Bu yargının kişisel, subjektif olabileceğini ancak belli bir şehir için çok kişinin aynı ifadeyi kullanması halinde gerçek olabileceğinin altını çiziyorlar. Yarım kalmış inşaatlar, camları kırık pencereler, dip dibe çok katlı binalar, plansız gelişmiş alanlar, yüksek suç oranı, pis hava, genel bakımsızlık, estetik yoksunluğu, akmayan trafik gibi kriterler o şehrin çirkin bulunması için yetiyor. “España Fea – Çirkin İspanya” kitabının yazarı Andres Rubio ise şehirlerde yaşanan dönüşümleri “eşi benzeri görülmemiş kültürel yıkım” olarak tanımlıyor. Bizde de öyle değil mi?
Şehirlerimizin hepsi güzel olmayabilir. Hatta çoğu çirkin de olabilir. “Ah, vah! İzmir eskiden böyle miydi?”, “İstanbul’a ihanet ettik, ne hale getirdik!” yakınmalarının bir işe yaramayacağı kesin. Belki - belki gelecek kuşaklar bu yakınmalardan ders alır da kalan bir tutam güzelliği korur. Esas olan bu çirkinlik içerisinde keşfedildikçe sevilebilecek, aşık olunabilecek güzellikler var edebilmek. Bunlar fiziki olabilir, fiziki olmayan olabilir. Binaların dışını kopya duvar resimleri (mural) ile boyamak değil kastım. Göz boyamak değil, içi boş hoşluklar hiç değil. Yaratıcı, eşsiz – rakipsiz çözümler kastım; çirkinlikleri göz ardı ettiren, cezbedici güzellikler oluşturan çözümler. Yol verin, gelsin fikirler yerel yönetimler!
Haftanın Şehri: CHARLEROI, BELÇİKA
CHARLEROI 202 bin nüfuslu bir şehir. Bir zamanların “Kömür Karası Diyarı”, kömür madenciliği, demir-çelik üretimi ile ünlü bu şehir şimdilerde başka bir ünvanla anılıyor; dünyanın en çirkin şehri! 1800’lü yıllarda başlayan kömüre dayalı sınai gelişme 1950 yılından itibaren petrolün kullanılması sonrası durmuş, şehir terk edilmiş fabrikalar, depolar ve tahta perdeler ile kaplı evler diyarı olmuş.
Bunlara bir de ün salmış sübyancı seri katil ile yolsuzluktan görevden el çektirilen iki belediye başkanı da eklenince şehrin kötü namı iyice pekişmiş. Tren gelmeyen istasyonları, sokak kadınlarının köşe başlarında pazarlığı ile dillere düşen şehir yıllar sonra ilginç ve beklenmedik bir gelişmeye sahne olmuş. Şehirli olup bitenden rahatsız ancak “her müsibet bir fırsat” deyip kolları sıvamışlar ve en çirkin şehri görmek isteyen gezginler de olabilir deyip bir cins egzotik ve uyumsuz bir turizm faaliyetine başlamışlar. Eskiye kıyasla şehrin eli – yüzü biraz daha düzelmiş, yaya yolları düzenlenmiş, yollar asfaltlanmış, dükkanlar kısmen açılmış. Eski fabrika binalarını, depoları, yıpranmış konutları kapsayan bir şehir safari turu başlatılmış. Belediye de bir yandan “benim daha görülecek güzel yerlerim var” diye şehrin geri kalanını tanıtmaya uğraşıyor.