Güney Afrika’da İsa Mesih gelmeden iktidar değişir mi?
29 Mayıs’ta Güney Afrika’da genel seçimler yapıldı. 1994’te ırk ayrımcılığı (Apartheid) bittiğinden beri iktidarda olan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ilk defa parlamentodaki çoğunluğu kaybetti.
Oysa, ANC’nin eski lideri Jacob Zuma bir keresinde “ANC ne zamana kadar iktidarda kalacak?” sorusuna, “İsa Mesih dünyaya dönene kadar” demişti. Zuma’nın iddiası hâlâ geçerli; zira ANC kurulacak koalisyonun büyük ortağı olmaya devam edecek.
Peki, 1994’ten beri Güney Afrika’da neler oldu, gelin beraber bakalım. 1994’te ülkedeki nüfus, hukuki statüleri itibariyle, beyazlar, renkliler, Asyalılar ve siyahiler olmak üzere dörde ayrılmıştı. Güney Afrika bağımsız olmadan önce İngiliz toprağı olsa da nüfusun %11’ini oluşturan beyazların çoğu oralar ilk keşfedildiğinde göçen ve tarımla uğraşan Hollandalılardan oluşuyordu.
Bunların Endonezya ve Malezya gibi ülkelerden köle olarak getirdiklerinin soylarından gelenlere de “renkli” deniyordu. Irka dayalı hiyerarşinin en üstünde beyazlar, en altında ise siyahiler bulunuyordu. Asyalılar ve renkliler siyahilere nazaran daha yüksek statü sahibiydi. Bu ayrımı yaparken renk tonu konusunda ikilemde kalınan durumlar için siyasal sistem bazı “pratik çözümler” dahi bulunmuştu. Örneğin, birinin siyahi olup olmadığını tespit etmek için “kalem testi” uygulanıyordu. Eğer kişinin saçları arasına sokulan bir kalemin düşmesini önleyecek kadar kıvırcıksa o kişi siyahi olarak kabul ediliyordu.
Fakat not etmek gerekir ki, o zamanların Güney Afrika bürokrasisi, Asyalı tanımını yaparken bir hayli zorlanmıştı. Mesela Japonya, lobi yapıp Japon asıllıları Asyalı kategorisinden beyaz kategorisine geçirmişti. En hakir konumda olan siyahiler, beyazlarla aynı yerde oturamadıkları gibi aynı işlerde de çalışamıyorlardı. Hatta siyahilerin beyazların yapacakları işleri yapamayacağına inanıldığından, okullarında İncil dışındaki dersler de kaldırılmıştı. 1994’te demokratik rejim kurulunca, siyahiler (ve diğer ırklar) beyazlarla eşit haklara sahip oldular. Ama sahip oldukları beceriler modern ekonomiye uygun değildi.
ANC hükümeti, siyahilerin ekonomik entegrasyonunu artırmak iddiasıyla “Siyahi Ekonomik Güçlendirme” (Black Economic Empowerment) programını uygulamaya koydu. Bu programa göre Güney Afrika’da kurulan her şirketin bir siyahi ortağı olması zorunlu tutuldu. Ancak esas zor iş olan, siyahilere yeni beceriler edindirme üzerinde durulmadı. Sonuçta program, zengin bir siyahi elit sınıfın oluşmasını sağladı. Ancak siyahi orta sınıf bir türlü oluşamadı. Tabii ki, Marksist Leninist gelenekten gelen ANC işçi haklarını da verecekti. Fakat Güney Afrika’nın beceri ve nüfus yapısında bir ekonomide OECD’nin iş kanunları uygulanınca, nüfusun yarısının sosyal yardımlarla yaşadığı bir toplum yapısı ortaya çıktı.
Eğer bir gün yolunuz Johannesburg’a düşerse eski şehir merkezini mutlaka ziyaret edin. ABD’deki şehir merkezleri gibi yan yana gökdelenlerin yükseldiği bu mahalle 1960’larda inşa edilmiş. Fakat 1994’ten sonra ülkede yaşayan beyazlar başka ülkelere göç etmeye başlayınca bu gökdelenler boşalmış. Şimdilerde kırık dökük ofislerde başka Afrika ülkelerinden gelen göçmenler yaşıyor. Kırık camlı dairelerde ise çamaşırlar asılı. On sene önce Johannesburg’a gittiğimde Uber sürücüsü bu mahallede “yaya gezmeyin” diye uyarmıştı. Güney Afrika’daki kurumsal çöküş, ülkenin ilk siyahi devlet başkanı Nelson Mandela’dan sonra hızlanmış. Siyahi elit yaratma projesi, sosyal yardımlar ve popülizme dayanan ANC iktidarı, cehaletin eline geçmiş. Örneğin, Jacob Zuma, devlet başkanı olmadan önceki döneme ilişkin tecavüz suçlaması ile yargılandığı bir davada “AIDS’den korunmak için duş aldım” demişti.
Ondan önceki devlet başkanı Thabo Mbeki ise AIDS’in sömürgecilerin icadı olduğunu ileri sürerek devlet hastanelerindeki tedavi programlarını kaldırmıştı. Sağlık bakanı da AIDS’e karşı “zeytinyağının içine sarımsak doğrayıp yiyin” demişti. ANC iktidarının devam eden yıllarında devlet-parti ayrımı kaybolup kurumsal çöküş daha da hızlandı. Bugün ülkenin birçok bölgesinde günün yarısında elektrik yok. On sene önce beni uyaran Uber sürücüsü de telefonunu şarj edemediği için artık hizmet veremiyor. Seçimlerin ardından ANC’nin önünde iki seçenek var: Birincisi, kendi içinden çıkan, daha radikal ve popülist partilerle koalisyon yapmak. Bu partiler, ülkenin sorunlarına çözüm önerisi olarak beyazların kalan mülklerinin de kamulaştırılmasını ve merkez bankasının kapatılmasını savunuyor. ANC bu yolu tutarsa ülke hızla Venezuela’ya dönebilir.
Diğer koalisyon alternatifi ise beyazların yönetiminde olduğu ve daha rasyonel politikaları savunan parti. Ancak ANC’nin beyazlarla koalisyonu kendi tabanına anlatması Apartheid bittikten 30 yıl sonra bile zor. Bakalım ne olacak?