Güle güle sayın Merkel!
Geride bıraktığımız hafta Başkan Putin ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan arasında gerçekleşen görüşmenin yarattığı heyecana rağmen, sonuç iki ülke arasında işbirliğinin güçlendirilmesi gibi alışılagelmiş bir kalıbın ötesine geçemedi. Soçi’de gerçekleşen zirveye ilişkin söylenecek fazla söz olmadığından yola çıkarak, bu hafta Alman seçimlerinin sonuçlarına eğilmeğe karar verdik. Angela Merkel’in katılmadığı seçimde iktidardaki Hristiyan Demokratlarla (CDU), orta sol Sosyal Demokratların (SPD) birbirine yakın sonuçlar alacakları zorlu bir yarışmanın söz konusu olacağı tahmin ediliyordu. Bu açıdan bakıldığında, sonuçlar kimseyi yanıltmadı. CDU’nun Almanya’nın savaş sonrası demokrasi tarihinde aldığı en kötü sonuç, bu ülke siyasetinde kapsamlı değişikliklerin gerçekleşmeğe başladığına işaret ediyor.
Seçim sonuçları, Avrupa siyasetinde Türkiye’yi de etkileyecek ciddi değişimin tohumlarını taşıyor. Dünya değişiyor, Alman seçimlerinin sonuçları gelecekte nelerle karşılaşabileceğimize ilişkin ipuçları taşıyor. Türkiye’yi bu resmin neresine konuşlandıralım?
Görünebilir gelecekte Almanlar daha ziyade iç siyasete odaklanacaklar. Bunun genelde Avrupa ve özelde Türkiye için taşıdığı anlam nedir?
Ulusal siyasetlerde parçalanma şeklinde ortaya çıkan genel gidişe şimdi Almanya’nın da katıldığı görülüyor. Alman seçimlerinde gerçekleşen oy dağılımı, hükümet kurulmasının uzunca bir süre alacağını göstermekte. Hükümet kurulsa bile, koalisyonu sıkıntıya sokmadan önemli kararlar almakta zorlanacaktır. En son tahlilde ise bu durum, Almanya’nın Avrupa’da oynadığı lider rolünün bir süre zayıfl aması anlamına gelecektir.
O zaman hangi ülke lider adayıdır? Bazı kimseler bu rolü Fransa’nın üstleneceğinden söz ediyorlar, fakat Fransa’nın en uygun tercih olmayacağına ilişkin çok sayıda sebep var. En başta geleni, Fransa’nın Almanya gibi güçlü bir iktisadi konumunun olmamasıdır. İkinci olarak, Fransa cumhurbaşkanının kişisel konumu da güçlü değildir. Gelecek yıl seçime girecektir ve kendisinin tekrar seçilme şansı da pek yüksek gözükmemektedir. Üçüncü olarak, Macron başkalarını liderlik vasıfl arıyla etkilememiştir. Bunun yanında, İspanya ve İtalya gibi kendilerini Fransa ile aynı konuma yerleştiren ve Fransız liderliğini kabule yeterince hazır olmayan AB üyesi ülkeler eksik değildir.
Bu koşullar altında, Almanya’nın liderlik rolündeki zayıfl ama, her AB üyesinin kendi işini kendisinin görmeye çalışmasını teşvik edebilir. Ortaya çıkacak genel sonuç, ABD’nin Avrupa’ya taahhütlerini tedricen azalttığı bir dönemde AB’nin dikkatlerini küresel liderliğe değil, kendi iç siyasetine yoğunlaştırmasıdır.
Bu durum Türkiye için ne anlama gelmektedir? Önce, görevini bırakacak olan Alman Başbakanı Merkel’in çatışmaları yönetmekte önemli bir rol oynadığını saptayalım. Yeni kurulacak Alman hükümetinde bu işlevi Merkel kadar etkince ifa edecek bir kişinin bulunacağını sanmıyorum. Bunun sonucunda Türkiye hukuk devleti ilkelerini gözetmesi, insan hakları ve özgürlükleri uygulamalarını iyileştirmesi için daha fazla baskıya maruz kalabilir. Bu aşılması zor bir güçlük oluşturuyor. Üstelik Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu iktisadi bunalım nedeniyle dış iktisadi desteklere daha fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde ortaya çıkacak, Türkiye’nin ise, Avrupa’dan gelen telkinlere fazla direnme gücü olmayacaktır.
Burada fırsatlar da var mı? Daha bölünmüş bir Avrupa ve dünya, Türkiye’ye yeni koalisyonlar oluşturma fırsatı verebilir mi?
Sorunuzun mantıki yapısı sağlam olmakla beraber, görgül temelleri aynı derecede sağlam değil. Karşımızdaki soru Türkiye’nin hangi diğer ülkelerle işbirliği yapabileceğidir. Avrupa’da şu anda, bir ihtimal İngiltere dışında, bir ülke bulunmuyor. Rusya dahil Avrasya ülkeleriyle kurulacak ilişkilerin de iktisadi ve güvenlik sınırları var. Türkiye, aralarında Mısır ve Körfez ülkelerinin yer aldığı komşularıyla ilişkilerini yeniden canlandırmaya çalışıyor ama bu uzun zaman alacak bir süreç. Kaldı ki, burada da gerek iktisat gerek güvenlik alanlarında ilişkilerin Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri kadar kapsamlı olabileceği konusu tartışma götürür.
Almanya’nın geri çekilmesi, örneğin Yunanistan gibi, Türkiye ile rekabetçi ilişkileri olan ülkeleri nasıl etkileyecektir?
İki gelişmenin gerçekleştiğini düşünüyorum. Bunlardan birine daha önceki sohbetlerimizde de temas ettik. Amerika örneğin İncirlik ve bazı radar üslerinden çekilmeye mecbur kalması ihtimaline karşı yeni bir savunma hattı kurmaya yöneldi. Bu savunma hattı şimdi Yunanistan’da kuruluyor. İkinci olarak, Fransa ve Yunanistan geçtiğimiz haftalarda Yunanistan’a silah satışları ve iki ülke arasında askeri işbirliğini öngören bir savunma projesi üzerinde anlaştılar. Şüphesiz bu anlaşma önemlidir ama ben Yunanlı olsam, Türkiye ile ilişkilerimi dış güçlere dayanarak düzenlemeye çalışmazdım. Tarihi deneyimler bunun pek makul bir yol olmadığını gösteriyor.
Almanya’daki değişimi nasıl nitelendiriyorsunuz? Bu AB’yi de ebediyen değiştirecek mi, yoksa AB’nin gelişme çizgisinde geçici bir olay mıdır?
AB’nin Avrupa Birleşik Devletleri olma yolunda ilerlemediği çoktan belirginleşti. İşbirliğinin üyelere sağladığı iktisadi kazançlar birliğin devam etmesini sağlayabilir ama üye ülkeler daha derin bir bütünleşmeye dönük adımlar atmak istemiyorlar. Kısacası egemenliklerinden vazgeçmeye hazır değiller. Almanya’nın önderlik rolünün zayıfl aması kanaatimce AB’de daha az değil, daha fazla parçalamaya yol açacaktır.